Yer, serginin kısmen, doğaya adanmış olan bölümüdür. Bizi geçmiş zamanların manzaralarına ve bu manzaraları dolduran insan varlığına geri götüren bu bölümdeki eserler, belirli bir yere ait olma duygusunu da ayrıntılı bir şekilde
ortaya koymaktadır. Bu bölüm, yer kavramını, tarihi kökenlerin, çevrenin, siyasetin, kimliğin ve geleneksel hikâye anlatıcılığının gerçeğe dönüşmüş bir keşfi olarak ele almaktadır. Seçimler ve bedenlerimizi bir mekânla ilişkilendirmemizi
sağlayan eserler, durmadan değişen bir siyasi atmosferin ışığında hem fiziksel hem de psikolojik sınırların istikrarını ve istikrarsızlığını sorgulamaktadır.
Yer, serginin kısmen, doğaya adanmış olan bölümüdür. Bizi geçmiş zamanların
manzaralarına ve bu manzaraları dolduran insan varlığına geri götüren bu bölümdeki
eserler, belirli bir yere ait olma duygusunu da ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu
bölüm, yer kavramını, tarihi kökenlerin, çevrenin, siyasetin, kimliğin ve geleneksel
hikâye anlatıcılığının gerçeğe dönüşmüş bir keşfi olarak ele almaktadır. Seçimler ve
bedenlerimizi bir mekânla ilişkilendirmemizi sağlayan eserler, durmadan değişen bir
siyasi atmosferin ışığında hem fiziksel hem de psikolojik sınırların istikrarını ve
istikrarsızlığını sorgulamaktadır.
Richard Long (1945)
İngiltere, 1968
Richard Long’un 1968 yılında çektiği England (İngiltere) isimli bu siyah beyaz fotoğraf, sanatçının eserlerinin yıllardır ana konusunu oluşturan tabiat araştırmalarının doğal bir uzantısıdır.
Belirli bir noktadaki doğal unsurları varlığını ortaya koymanın bir yolu olarak yeniden düzenlemesi, Long’un sanatsal pratiğinin ayırt edici özelliğini yansıtmaktadır. İngiltere eseri, sanatçının Ashton Park’taki Bristol Downs bölgesiyle
olan fiziksel etkileşiminden ortaya çıkmıştır. Sanatçının zeminde gördüğümüz şekli oluşturmak için papatyaları kopardığı bir papatya tarlasında, bu perspektifte de gördüğümüz 'X' işareti ortaya çıkmıştır.
Serginin Yer bölümü bağlamında değerlendirildiğinde, bu ‘X’ işareti, seçimler ve sık kullanılan yolların bir metaforu olarak karşımıza çıkmaktadır. Eser, kişinin çevresiyle ilişki kurarak kendine ait bir yerin sınırlarını çizme
girişimini ifade etmektedir. Long, İngiliz bir sanatçı olarak kimliğini ortaya koyduğu İngiltere isimli eseriyle [1] göçebe bir dünyada ait olma duygusunu da tartışmaya açmaktadır.
Bu metinde aşağıdaki kaynaklardan faydalanılmıştır:
Bu, yatay çekilmiş, beyaz paspartu üzerinde ve geniş kenarlıklı ahşap bir
çerçevede yer alan siyah beyaz bir fotoğraf. Çiçeksiz iki uzun şerit haricinde
fotoğrafın her yeri ufak tefek beyaz çiçeklerle kaplı çimenlik bir alandan
oluşuyor. Çiçeksiz iki şerit, birbirini çapraz keserek uzun bir X işareti
oluşturuyor. X işaretinin orta noktası görseli ortalamıyor ve fotoğrafın üstten
üçte birlik kısmında yer alıyor.
Bernard Cohen (1933)
İsimsiz (Siyah), 1973
Bernard Cohen’ın bu çalışması, Valery Lamakh’ın İşaretler Çemberi eserinde başlattığı vücut ile mekân, ortam ile varoluş hakkındaki dialoğu devam ettiriyor. Serginin Yer başlıklı bölümünün ilk eseri İsimsiz (Siyah),
bu bölümün ana konusunu kişinin bir yer ya da kendi vücudundan bir parça bulması olarak belirliyor.
Siyah renkli arka planda, üzerinde insan yapımı fırça darbelerinin siyah izler bıraktığı beyaz bir geometrik şekil görülüyor. Bu izler, geç paleolitik çağdan kalma parmak izlerini andırıyor. 30,000 yıl öncesine dayanan ilkel sanat
uygulamalarına ve deneyimine atıfta bulunan Cohen, bu eserinde bize insanlığın iz bırakmaya duyduğu sonsuz arzuyu hatırlatıyor. Sanatçının da bahsettiği üzere, kimlik üzerinde temellenen sorular çalışmalarının önemli bir temasını
oluşturuyor. Bu durum sanatçının guaj tekniğini uygulama şeklinden anlaşılıyor; kara lekeler, bir tür ebedi varoluş hissi uyandıran bilinçsiz ve sezgisel dokunuş gibi duruyor.
Bu, yatay biçimde beyaz kâğıda yapılmış siyah beyaz bir çizim.
Çizim, beyaz kenarlıklı siyah bir çerçevede yer alıyor. Bu kenarlığın içerisinde
beyaz bir sayfa var. Beyaz kâğıdın ortasında siyah bir dikdörtgen duruyor, siyah
dikdörtgenin içerisinde beyaz bir geometrik şekil ve bu şeklin içindeyse iki elin
bıraktığı 10 tane parmak izi var. Parmak izleri beyaz geometrik şeklin
tepesinden başlayıp, uzun ve soluk siyah boya izleri bırakarak alta doğru
sürüklenmiş.
Parmak izlerini içine alan beyaz geometrik şekil, köşeli ve kenarlarda boşluk
kalmayacak şekilde kesilmiş, böylece hem parmak izlerinin hem de bazı
bölgelerde siyah dikdörtgenin kenarlarına dokunuyor.
Dmytro Starusiev (1984)
Üç Kız Kardeş, 2018
Bu çalışma, Üç Kız Kardeş isimli bir fotoğraf serisine aittir. Sanatçının aklına böyle bir çalışma yaratma fikri, Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya devletlerini ayıran sınırların kesişimi üzerinde dururken gelmiştir. Starusiev için soyut
kompozisyonlarında gerçekliğin duygusal yönünü yansıtmak önem taşımaktadır. Bu çalışma insanların yaşadığı tüyler ürpertici deneyimlerin görüntülerini bir araya getirmektedir; tahrip olmuş vücutlar ve doğranmış iç organlar, kelimelerin ve
dokunmanın ötesindeki bir şeye karşı duyulan dini bir hayranlık ve yüceltme ile merak ve korku duygularıyla harmanlanarak sunulmaktadır… Yer başlıklı bölüm bağlamında değerlendirildiğinde eser, kendine bir yer bulmaya çalışan insanın
tarihin ve ülkelerin görünmez yaralarına rastladığı travmatik kendi kaderini tayin etme deneyimini gözler önüne sermektedir.
Bu büyük fotoğraf, teknolojik kısıtlamalar nedeniyle iki parçaya bölünmüştür.
Bu, yatay biçimde yapılmış, iki metre yüksekliğinde ve üç metre genişliğinde büyük bir resim. Eser siyah bir çerçeve içinde ve resim, çerçevenin kenarlarına kadar uzanan fotoğraf kâğıdı üzerinde yer alıyor. Bu soyut
bir çalışma. Kâğıtta resmi bölen, yatay ve kalın bir katlanma çizgisi var. Çizginin her iki tarafı da koyu mavi bölgelere sahip. Renkler ortada maviyle başlıyor ve uzaklaştıkça gri ve gümüş tonlara bürünüyor. Soyut izler, şekil itibariyle
organik bir yapıya sahip ve koyu gri tonlarla ortadaki koyu mavi şeridin içinde kısmen göze çarpıyor.
Paul Nash (1889-1946)
Megalitlerin Manzara Resmi, 1934
Sanatçı bu resimde, 1933 yılında Avrupa'daki türünün en büyük tarih öncesi ritüel alanı olan Avebury taş dairelerine gerçekleştirdiği ziyaretinden ilham almıştır.
Tepeden bakıldığında Nash, tuval zemini üzerine farklı açılardan ezbere çizdiği ve zamanın başlangıcından beri orada olan taşların izlenimlerini resmetmektedir. Nash, hem I. Dünya Savaşı hem de II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere'de Resmi Savaş Ressamı olarak görev yapmıştır.
Bu tablo iki savaş arasında, Avrupa bir kez daha totaliter rejimlerin kuşatması altındayken yapılmıştır. İngiliz kırlarının yabancılığının bir tasavvuru olan bu yağlı boya resim, “bu tasavvuru bir arkeoloğun ön camından ya da Shell Gezi Rehberleri ve Ordnance Survey haritalarıyla arabasının yönünü kırsala çeviren yeni bir çeşit İngiliz turistin gözünden aktarmaktadır.” [1]. Siyasi ve tarihi bakımdan zengin olan bu tablo, sergi bağlamında günümüzdeki sınırları ve milliyetleri, inançları ve ritüelleri sorgulamaktadır.
Bu, tuvale yatay biçimde resmedilmiş bir tablo. Renkleri kırmızının,
kahverenginin, sarının, yeşilin, mavinin ve beyazın ahenkli ve yumuşak tonlu
birleşiminden oluşuyor. Bu soyut tablonun ortasında büyük ve vurgulanmış bir
şekil bulunuyor, şeklin açılı ve organik bir özelliği var. Boya oldukça kuru
uygulanmış, bu da şekle pürüzlü bir doku katıyor. Şekil, keskin ve pürüzsüz
özellikte kıvrımlı kenarlarla gölgelenmiş. Çevresiyle kuvvetli bir kontrast
oluşturuyor.
Ana şeklin etrafındaki alanlar göze çarpan bazı unsurlar barındırıyor. Görselin
tepesine doğru, ana şeklin hemen solunda küçük bir bulut var. Görselin
tepesinde, sol tarafta küçük, kayayı andıran koyu renkli bir şekil yer alıyor;
etrafı, içi sarıya boyanmış oval bir şekille çevrili. Küçük, kayamsı nesneden iç
içe geçmiş kırmızı halkalar çıkıyor.
Sağdaki görselin tepesinde, sarı bir daireyle çevrili diğerine çok benzeyen, bir
kayayı andıran küçük bir şekil daha bulunuyor, sarı şeklin içinde kırmızıyla
boyanmış birtakım kıvrımlı çizgiler var.
Tüm bu şekiller ve biçimler, tuvalin neredeyse tamamını kaplıyor.
John Stezaker (1949)
Çift Gölge XXIV, 2015
Bu eser sanatçının buluntu ve üzerinde oynanmış fotoğraflardan yararlandığı sanatsal pratiğinin tipik bir örneğidir. Stezaker, “Kolajlar söz konusu olduğunda üretim sürecinin çoğunda fotoğraflardan eksiltmeler yapıyorum, fotoğraflar
arasında derin düşüncelere sevk eden bir bağ kurmak amacıyla bazı şeyleri çıkarıyorum, bazı şeyleri ise gizliyorum.” demiştir. [1]
Eser, serginin Yer başlıklı bölümü bağlamında gizli varoluş, hafıza ve insan bilinci kavramlarını ele almaktadır. Buluntu fotoğraflardan kesilmiş birer adam ve kadın silueti, bir tür kavgayı ya da mücadeleyi tasvir eden bir
kompozisyondaki hayaletlere benzemektedir. Çalışmanın sağında yer alan valiz, muhtemel bir yolculuğa ya da bir kaçışa işaret etmektedir.
Bu, beyaz renkli bir arka fon üzerine yerleştirilmiş siyah beyaz bir fotoğraf.
Siyah beyaz fotoğrafta, iki farklı fotoğraf üst üste bindirilerek bir kolaj yapılmış.
En üstteki fotoğraf çeşitli valizlerin bulunduğu bir görsel, valizler kapalı ve üst
üste yığılmış. Bunlar metal tutacaklı, köşelerinden ve kenarlarından
güçlendirilmiş eski moda sert valizler. Valizlerin birinin üzerinde, ‘Hotel Paris
Prague’ yazan bir çıkartma var. Fotoğrafın sağ alt köşesinde, üzerinde ‘WIVE
films’ yazan bir logo bulunuyor.
Bu fotoğrafa ortasından büyük bir bölüm kesilerek bir adam ve kadın şekli
verilmiş. Adam gözlük, kadınsa şapka takıyor. Çift dip dibe duruyor, başları
birbirine dönük.
Kesilmiş kısım, ilk fotoğrafın arkasındaki başka bir fotoğrafı ortaya çıkarıyor.
Ters duran bu fotoğraf, kalın perdelerin ve duvarda bir tablonun asılı olduğu,
büyük bir masa lambasıyla aydınlanan bir odaya ait. Lambanın önünde iki
adam var, adamlardan biri kollarını uzatmış, yüzünde kaygılı bir ifadeyle ayakta
duruyor. Bu adam, tam düşerken bir kolu arkaya uzanmış halde objektife
yakalanan diğer adamı itmiş.
Ansel Krut (1959)
Maymunlu Kadın, 1985
Eser eğilmiş pozisyonda duran çıplak bir kadını tasvir ediyor. Bir köprüyü andıran şekilde eğilmiş olan kadının üzerinde bir maymun oturuyor. Maymun kadının duruşunu taklit etmiş ancak yüzleri zıt yönlere bakıyor. Kadının çorak arka plan
üzerine resmedilmiş vücudu soluk renkte. Resimde umutsuzluk duyguları uyandıran bulanık renkler kullanılmış [1]. Bazı Avrupa geleneklerinde maymun kötü bir varlık olarak kabul edilmekte ve utanmazlığın, ikiyüzlülüğün ve kurnazlığın
sembolü olarak görülmektedir. Maymunun kadının üzerinde oturması konumunu güçlü kılarken, kadını itaatkâr ve savunmasız hâle getiriyor. 1985 yılında, Demir Perde’nin yıkılışından sadece birkaç yıl önce yapılan bu resim, serginin Yer
başlıklı bölümü bağlamında değerlendirildiğinde değişen modern gerçekliğin dünyasında insan olma deneyiminin yarattığı kafa karışıklığını simgeliyor.
Bu, dikey çizilmiş bir tablo. Tablonun ortasında ve altına doğru, çıplak bir kadın
figürü iki eli de yere değecek şekilde öne doğru eğilmiş. Yüzü sola dönük.
Gözleri kapalı ve ağzı ince bir çizgi olarak resmedilmiş. Bacakları neredeyse
dizlerine kadar suya batmış. Cildi solgun, mavi ve gri renkle işlenmiş.
Sırtında, yüzü kadının aksi yöne dönük küçük bir maymun duruyor. Maymun
kırmızı bir fes takmış ve vücuduna yeşil bir kuşak dolanmış. Maymun da
kadınla aynı pozisyonda eğilmiş fakat tek eli havada.
Figürlerin etrafındaki manzara çorak ve kayalık. Toprak koyu renklerde,
gökyüzü ise bulutların ve soğuk havanın renklerini yansıtıyor. Resim tarz
olarak, yumuşak ve keskin hatlardan yoksun, sadece kadının yüzünün ve
ellerinin hatları ile maymun figürü ince bir fırçayla detaylandırmış.
Suki Dhanda (1969)
İsimsiz
Doğal ortamlarında bulunan kişilerin portreleri üzerinde uzmanlaşan Suki Dhanda, eserlerinde duygu, gerçekçilik ve kimlik ana temalarını işlemektedir.
Bu çalışmanın ait olduğu fotoğraf serisi, Birleşik Krallık’ta ve ABD'de yaşayan Asya kökenli topluluklarda cinsiyet, kimlik ve kültür konularını irdeleyen bir dizi sosyal belgesel fotoğraf hikâyesini kapsamaktadır.
Bu fotoğrafta, akşam üstü kendini gösteren o büyülü aydınlık göze çarpıyor. Pencereden dışarı bakan bir kadın görüyoruz. Pencereye takılı dantel perdeyi başının etrafına bir örtü gibi sarmış. Evinin konforunu terk etmeden pencereden
dışarı göz atması, yoğun olarak hissedilen belirli bir yere ait olma duygusuna işaret ediyor.
Bu, siyah çerçeve içinde yer alan renkli bir fotoğraf. Fotoğrafın merkezinde,
koyu saçlı genç bir kadın yüzünü sola dönmüş bir pencereden dışarı bakıyor.
Pencereye takılı tül perde, kadının kafasının üzerinde duruyor. Tül perdenin
dokusunun arasından sıcak bir ışığın kadının yüzünü aydınlattığını görüyoruz.
Kadının yüz ifadesi nötr, dudaklarını aralayarak gözlerini dışarı dikmiş. Ellerini
pencerenin göğsüne kadar gelen kenarına koymuş. Pencereden gelen ışık, tül
perdenin detaylarını net bir şekilde gözler önüne seriyor. Işık, kadının yüzünün
yanı sıra düğmeli ve kırmızı kıyafetinin bir kısmını da aydınlatıyor. Odanın geri
kalanı koyu gölgelerle kaplı.
Mona Hatoum (1952)
Projeksiyon, 2006
Bu eser görmeye alıştığımız milli bayraklar ve tanımlanmış sınırlarla işaretlenmiş haritaların aksine renklerden arındırılmış bir harita projeksiyonu sunmaktadır. Sanatçı, coğrafi sınırları olmayan kara parçalarından oluşan çalışmasında,
tarafsız ve ortak bir zemin öne sürmektedir.
Görsel, yumuşak pamuklu dokusu, filigranları ve desatüre rengiyle çevre sorunlarına değinmektedir. İzleyicileri jeopolitik anlaşmazlıkların, çatışmaların, sınırların ve denetimlerin ötesine taşıyan eser, dikkati deniz seviyelerinin
yükselmesi, küresel ısınma ve buzulların erimesi gibi endişelere yöneltmektedir.
Tüm dünyayı yeni baştan çizen Hatoum, kara ve kıtaların oranlarını değiştirip, kara parçalarını ve yeryüzü parçalarını yeniden birleştirerek daha büyük resmi gözler önüne sermektedir. Sanatçının değişen mekânlar ve illüzyon üzerindeki
sanatsal oyununun esere fiziksel olarak yansıtıldığını görmek mümkündür.
Bu, yatay duran bir kumaş parçası. Kumaştaki görselde bir dünya haritası
projeksiyonu yer alıyor. Haritadaki kara parçaları yarı saydam ve arkada duran
beyaz duvarı gözler önüne seriyor. Opak su kütleleri ise bej renginde ve sıkı
dokunmuş kumaştan oluşuyor.
Irakli Bugiani (1980)
İsimsiz (Sovieticum), 2013
Bu çalışma Sovyetler Birliği'nin çöküşünden çok sonra, 2013-2014 yılları arasında oluşturulan Sovieticum serisine ait bir resimdir. Sovyet yapımı etrafı boş, renksiz bina bloklarını izole şehir manzaralarında tasvir eden bu eser,
mimari vahşet ve nostaljinden oluşan karmaşık hisler uyandırmaktadır.
Kabataslak çizgiler ve izlerle fazlaca boyanan mimari yüzeyler sade ve soyut bir hâl almıştır. Desatüre bir renk paleti ve geometrik konstrüktivizm, belirgin ve canlı fırça darbeleriyle kontrast oluşturmaktadır.
Hikâye anlatımıyla geçmişe figüratif ve arşivsel bir bakış sunan Bugiani, bu çalışmada bayat siyasi ideolojiyle yüzleşerek ütopik kentsel mekânın anlamını sorgulamaktadır. Bugiani, bireylerin büyük çaptaki tarihi ve siyasi
değişikliklerin içerisinde nerede konumlandıklarını ve kişisel ve siyasi hafızamızda bu sorunlarla nasıl başa çıktığımızı keşfetmeye çalışmaktadır.
Bu, tuval üzerine yatay biçimde resmedilmiş bir tablo. Eser, etrafı boş olan
dört katlı dikdörtgen bir binayı tasvir ediyor. Binanın rengi, koyu griyle yeşilin
bir karışımı; pencereler ise siyah renkle resmedilmiş. Bina tablonun ortasında,
görselin üstten üçte birlik kısmında yer alıyor. Gökyüzü beyaz renkle, hiçbir
detay içermeyecek şekilde resmedilmiş. Görselin orta ve ön planında, bir ağ
gibi uzanan beyaz renkteki patika ve yolların böldüğü çimenlik yeşil bölgeler yer
alıyor. Orta planda üç adet gri direk var, ön planda ise siyah konturlu, dalgalı
kenarlara sahip bir gölet ya da göl yer alıyor.
Resmin tarzı serbest ve detaydan yoksun. Boya oldukça ince bir şekilde
uygulanıp çok çalışılmadığından, tablodaki fırça darbeleri net olarak göze
çarpıyor.
Natela Grigalashvili (1965)
Doukhoborların Toprakları, 2015
Bu seri etnik ve dini bir azınlık grubu olan Doukhoborların günlük hayatını gözler önüne sermektedir. 1840 yılından itibaren Rus Çarı I. Aleksandr’ın Gürcistan'a sürgüne gönderdiği Doukhoborlar, Javakheti bölgesinde sekiz köy kurmuştur.
Bunların en büyüğü olan Gorelovka’yı ise kutsal toprakları olarak kabul edilmektedir. Bu topluluk, Tanrı’nın her insanın içinde ve her yerde bulunduğu inancına sahiptir.
Geçtiğimiz yirmi yılı zor koşullarda geçiren Doukhoborlar, yavaş yavaş Gorelovka’dan ayrılmışlardır. Grigalashvili, bu çalışmada etnografik hikâye anlatımı yoluyla bu azınlığa ait ritüeller, kıyafetler ve geleneksel evler gibi unsurları
aktarmaya ve arşivlemeye çalışmaktadır.
Grigalashvili’nin bu çalışması sadece topluluğun hayatını kadraja sığdırmakla kalmayıp, sanatçının hikayesini anlatmak amacıyla onlarla birebir ilişki kurduğu uzun vadeli bir sanat projesine de katkıda bulunmaktadır. Fotoğraf serisinin
genelinde, bir topluluğun sürgündeyken geleneklerini, ritüellerini ve köklerini muhafaza etmesi bağlamında kültürel etkileşim, göç, tecrit ve asimilasyon temaları irdelenmektedir.
Bu, yatay çekilmiş renkli bir fotoğraf. Yedi kişilik bir kadın grubu ve küçük bir
kız, bir tepenin doruğunda toplanmış. Hepsi uzun etekler, uzun kollu gömlekler
ve renkli yelekler giyiyor baş örtüsü takıyor. Mor yelekler, parlak pembe kenar
işlemeleriyle ve çiçek süslemeleriyle göz dolduruyor. Mevsim yaz ve yamaçtaki
yeşil çimenlik beyaz, sarı ve mor çiçeklerle kaplı. Grubun arkasındaki tepelerin
panoramik manzarasını görebiliyoruz. Bulutların arasından yer yer gökyüzünün
maviliği belli oluyor ve güneş ışığı, bu aralıklardan sızarak tepeleri benek benek
aydınlatıyor.
Fotoğrafın ön planında ve solunda gri kayalar var. Kadınlardan dördü görselin
solunda, ön planda duruyor; hemen arkalarında ise başka bir kadın ve küçük kız
duruyor ve el ele tutuşuyorlar. Dört kişilik kadın grubu ellerini önlerinde
kenetlemiş ve başları eğik bir şekilde kayaların kenarında duruyor. Hepsi çok
ciddi yüz ifadeleri takınmış. Kalan iki kadın, diğerlerinin tersi yönde fotoğraf
karesinin sağına doğru uzaklaşıyor. Onların da başları eğik ve yüzlerinde bir
hayli ciddi bir ifade hakim.
asdadas
Arada
Arada, serginin diğer iki bölümü Yer ve Yersizlik arasında bir köprü görevi görmektedir. Bu bölümde yer alan eserlerin bağlantıları muğlaktır; birbirleriyle ilişkilendikleri gibi bağımsızlaşırlar da. Dönüşüm de bir arada olma hâli
yaratır. Mesela insanlar çevrelerinde gerçekleşen ve aynı zamanda kendi içlerinde yaşadıkları değişime tanıklık eder. Değişen çevre ve günlük rutinlerin yanı sıra zamanla mekânın ilişkisi, fiziksel ve ruhsal yollarla keşfedilir. Bu
bölümde yer alan eserlerde insan bedeni, doğrusal olmayan bir anlatım içinde performatif bir malzeme olarak kullanılmaktadır.
Arada, serginin diğer iki bölümü Yer ve Yersizlik arasında bir köprü görevi görmektedir. Bu
bölümde yer alan eserlerin bağlantıları muğlaktır; birbirleriyle ilişkilendikleri gibi bağımsızlaşırlar
da. Dönüşüm de bir arada olma hâli yaratır. Mesela insanlar çevrelerinde gerçekleşen ve aynı
zamanda kendi içlerinde yaşadıkları değişime tanıklık eder. Değişen çevre ve günlük rutinlerin
yanı sıra zamanla mekânın ilişkisi, fiziksel ve ruhsal yollarla keşfedilir.
Bu bölümde yer alan eserlerde insan bedeni, doğrusal olmayan bir anlatım içinde performatif bir
malzeme olarak kullanılmaktadır.
Valery Lamakh (1925-1978)
İşaretler Çemberi, 1969–1970
Sovyetler Birliği döneminde yaşamış olan Ukraynalı sanatçı Valery Lamakh’ın bu eseri, Arada başlıklı bölümün başlangıç noktasıdır. Eser, Lamakh'ın 30 yılı aşkın bir süre yazmak için uğraştığı Books of Schemes (Tasarı
Kitapları) adlı şiirsel ve felsefi denemelerden oluşan beş kitabının birinde işlediği temel düşünceyi somutlaştırmaktadır.
Sanatçı şöyle yazmıştır: “İşaretler Çemberi birliğe yol açar ve aynı zamanda tüm farklılıkları da yaratır. Çember: Dünyayı bir bütün olarak tutan şeydir”.
Sergi, Lamakh'ın günümüzün sosyal kısıtlarla, görünür ve görünmez sınırlarla dolu modern dünyası için de geçerli olan düşüncülerine hayat vermektedir. Lamakh, dünyayı tüm farklılıklarıyla kabul etmeyi, anlamayı ve bir bütün olarak
görmeyi önermektedir. Bunu yapmak için, dünyaya karşı tutumumuzu temsil eden bir işaret şeması tasarlamıştır. İşaret, maddi ve manevi dünya arasında varlık gösterirken; siyah renk öznel ve iç, beyaz renk ise dış ve materyal anlamlarını
taşımaktadır. İşaretler Çemberi, içten dışa ve görünmezden görünür olana geçişi olduğu gibi ters yönde bir geçişi de tasvir etmektedir.
Demir Perde'nin ardında, Sovyet gerçeğinin kararsızlığında bir hayat sürdüren Lamakh, evren hakkındaki felsefi düşüncelerini şöyle sunmaktadır. “İşaretler Çemberi , belirli bir yere, bedene ve zamana sıkı sıkıya bağlı olan ve
aşina olduğumuz ben kavramını yok etmekte ve kişiyi 'Ben Senim' fikrine hazırlamaktadır.”
Bedeni zaman ve mekâna bağlantılı olarak yeniden düşünme fikri serginin bütününe yayılmıştır. Bu düşünce Valery Lamakh'ın mekâna olan simgesel yaklaşımıyla da ortaya konmuştur.
Bu, dikey olarak resmedilmiş bir tablo. Açık krem rengi bir fon üzerine yapılmış
tablonun ortasında dairelerden ve sembollerden oluşan bir kompozisyon yer
alıyor.
Tablodaki ana şekil, görselin çoğunu kaplayan gümüş renkli dairesel bir şerit.
Gümüş renkli şeridin içine düzenli aralıklarla yerleştirilmiş ve altın rengiyle
çevrelenmiş sekiz küçük daire bulunuyor. Bu küçük dairelerin içinde, pırlantalar,
taç yaprakları, çemberler ve haç motiflerini temel alan siyah ve beyaz soyut
semboller var.
Gümüş renkli şeridin içerisinde geniş, kenarı altın rengi olan bir daire var ve daire,
kesişen dört kavisli dalgadan oluşan başka bir siyah beyaz sembol barındırıyor.
Bunun merkezinde içi gümüş renkle boyanmış, dışında ise altın rengi kaplaması
olan bir daire var.
Boya eşit oranlarda uygulanarak iki boyutlu, cesur ve grafik bir tasarım etkisi
yaratılmış.
Luna Ece Bal (1992)
Geldiğim Yer, 2017
Yerleştirmeleri sayesinde sergi alanını hem fiziksel hem de manyetik anlamda bir mecazi bir bedene dönüştüren Bal, bu mecazla akılda kalan deneyimler ve tam olarak gerçekliğe ait olmayan anılar yaratmaktadır.
Kutsal bir mekâna yerleştirilen eser, cadılık pratiğinin feminist bir yaklaşımla çağdaş bir değerlendirmesini betimlemektedir. Kilise, farklı rejimlerin tarihini ve öbür dünyaya intikal eden bedenleri içinde barındırmaktadır. Kilise
alanının ortasında tuzdan bir halka oluşturan Bal ise ruhsal, sanatsal ve cadı benliğini buyur eden içsel bir kutsal alan yaratmaktadır. Eserdeki bu farklı bileşenler, insanların toplumda karşılaştıkları varoluşsal ikilemlere ışık
tutmaktadır.
Yerde tuzdan yapılmış bir halka var, tuz yuvarlak bir tümsek şeklinde kümelenmiş
ve iri taneli kristallerden oluşuyor. Tuzun içine ayna kırıkları gömülü. Tuzun
içindeki keskin ve sivri uçlu kırık ayna parçaları yukarı bakıyor. Halkanın tam
ortasındaki alanda yuvarlak bir ayna bulunuyor, aynada tek bir beyaz gül
görünüyor.
Yaroslav Futymskyi (1987)
Aynı Manzarayı Görmüş Tüm Bu İnsanlar Kim? 2018
Sanatçı, bu performansı deneysel bir sanal ortam olan Shukhliada için özel tasarlamıştır. Projenin video çekim ve ses tasarımını Ivan Svitlychnyi yaparken küratörlüğünü de Ksenia Malykh üstlenmiştir.
Performans, sanatçının doğup büyüdüğü Poninka şehrinin dışında gerçekleşmiştir. Nehirdeki bir taş üzerinde durmuş ve yanıyor gibi görünen sol elini başının üzerine kaldırmış bir adamın yer aldığı performans, işçi hareketine ve insan
hakları mücadelesine atıfta bulunarak etrafımızdaki manzaraları şekillendiren tarihi ve siyasi unsurları sorgulamaktadır. Sanatçı, eseri 1905 yılında kağıt fabrikası işçilerinin greve gittiği ancak grevin yetkililerce anında bastırıldığı
bir mekânda sergilemeyi uygun görmüştür.
Futymskyi bu çalışmada, “...Başarısız olmuş bir sınıf mücadelesinin hikayesini ve tarihin sayfalarında kaybolmuş sözüm ona işçi sendikası deneyimini anlatan kalıntılar bu ufkun, taşların ve nehrin neresinde? Tüm bu toplumsal
karışıklıklar zamanla nasıl reddedilip, nasıl hafızalardan silinerek nehir tarafından geçmişe sürükleniyor? Bu kıvılcım ne zaman ortaya çıktı ve yaktığı ateş nasıl söndürüldü? Aynı manzarayı görmüş tüm bu insanlar kimdi?” diye
sormaktadır.
Bu eser, Arada başlıklı bölüm bağlamında, görünmez ve sürekli değişen siyasi atmosferi irdelemek amacıyla insan vücudunu bir malzeme gibi kullanarak farklı bir anlam daha katmaktadır.
00:03
Siyahlara bürünmüş bir adam nehirde, bir kayanın üzerinde ayakta duruyor. Bir
elini başının üzerinde tutmuş ve elinde yanan bir nesne var. Çok geniş açılı bir lens
kullanıldığından, kamera adamı çevreleyen, nehir kıyısındaki ağaç, sazlık ve
kayalarla bezeli kırsalı da gösteriyor.
Leman Sevda Darıcıoğlu (1985)
Karanlıktan Gelen Bir Çocukluk Masalı, 2019
Sanatçı bu çalışma için Kürt dövme sanatçısı Berivan Işık ile iş birliği yapmıştır. Sanatçı, vücuduna dövmesini yaptırmak üzere Işık’tan çocukluğunda aile büyüklerinin ona anlattığı bir masaldan ya da gördüğü bir rüyadan hatırladığı
Kürtçe bir cümle seçmesini istemiştir. Performans sırasında Darıcıoğlu, ne Işık'ın seçtiği cümleye ne de dövmenin yapılacağı bölgeye bir müdahalede bulunmuştur.
Demirci Kawa’nın zalim Kral Dehak’ı yenilgiye uğrattığı bir İran mitinden esinlenen Işık, şu cümleyi seçmiştir: ‘Bi mirine ye qrale zordar bihar cardin hat!’ Anlamı ise, ‘Zorba kral ölünce
bahar geldi!’ Bu eserle sanatçı, bilgiden yoksun bırakılanlar için vücudunu özgür bir ifade 'alanına' ve bir ‘tuvale’ dönüştürmektedir.
Bu, izleyiciye sırtını dönmüş bir kişinin dikey çekilmiş renkli bir fotoğrafı. Belden
yukarısı çıplak ve kollarının ikisini de yukarı kaldırıp birbirine kavuşturmuş. Kısa
kesilmiş saçları, sırtıyla kollarında birkaç dövmesi var.
Kolundaki dövmede, üzerinde bir hale ve altında bir çelenk duran bir tilki kafası
tasviri var. Omzunun birinde el ele tutuşan ve ayakta duran iki kadının dövmesi
var. Diğer omzundaki dövme ise iki çiçeğin ana hatlarından oluşuyor. Sırtının
ortasında bir erkek geyik kafası dövmesi bulunuyor.
Sırtının sol orta kısmında yeni bir dövme var, dövmenin etrafındaki deri kızarmış
ve şişmiş. Dövmede Kürtçe yazılmış bir cümle var ve şöyle yazıyor: “Bi mirine ye
qrale zordar bihar cardin hat!”. Anlamı ise, “Zorba kral ölünce bahar geldi!”
Tracey Emin (1963)
Kendimin Dışında - Anı Vadisi, 1994
Tracey Emin'in sanat pratiği, çoğu zaman kendi vücuduna, otobiyografisine ve itirafına odaklanır ve bu kişiselleştirme kendi hayat öyküsüyle kurduğu derin bağı yansıtır. Sanata olan yaklaşımı hakkında konuşan Emin, şu ifadelere yer
vermiştir: “Ben hayata ilgi duyuyorum; benim için sanat bir deneyim olmalı.”
Bu nedenle Emin'in arka plandaki muhteşem kaya oluşumlarına sahip Anıt Vadisi'nin önünde bir sandalyede oturan, beyaz bir kitap okuyan bu dokunaklı fotoğrafı, sanatçı için önemli bir kişisel yolculuğu ifade ediyor.
Bu fotoğraf serisinde, büyükannesinin, etrafında 'Teşekkürler anne' yazan koltuğunda oturan sanatçı, Amerika'nın farklı yerlerinde hayatının ilk on üç yılını anlatan, kendi el yapımı kitabını okurken pozlar veriyor. Evdeki rahatlığından
‘mahrum bırakılan’ Emin, çocukluk deneyimlerini hatırlıyor ve kişinin çocukluğundan itibaren çıktığı sembolik bir düşünme ve yabancılaşma yolculuğunu anlatıyor.
Bu, yatay formatta çekilmiş renkli bir fotoğraf. Mekân, kırmızı kum ve küçük
çalıların olduğu bir çöl. Uzakta kırmızı kayalık dağlar ve açık beyaz bulutlar ile mavi
gökyüzü var. Görselin sağ tarafında, ön planda bir kadın alçak bir sandalyeye
oturmuş kitap okuyor. Kadın, çorapsız, mavi ve beyaz bez ayakkabı giyiyor,
üzerinde mavi kot pantolon ve mavi ve beyaz çizgili bir gömlek var. Kısa
kahverengi saçları, halkalı küpeleri ve parmaklarında gümüş yüzükleri var. Elinde
tuttuğu kitabın adı ‘Exploration of the Human Soul’ (İnsan Ruhunun Keşfi).
Oturduğu koltuk yeşil kumaşla kaplı. Koltuğun yuvarlak bir oturağı ve kıvrımlı bir
sırt kısmı var. Koltuğa, üzerinde mor harflerle kelimeler yazılı beyaz yamalar
dikilmiş. Kadının bacakları kelimeleri kısmen gizlemiş; 'THA..KS… .UM'
(TEŞ..K..R..LER AN..E) yazıyor.
Richard Long (1945)
Little Pigeon Nehri’ndeki Yansımalar, Büyük Smokey Dağları, Tennessee, 1970
Sanatçının serginin Yer başlıklı bölümünde sunulan İngiltere isimli çalışmasını anımsatmaktadır. Long, her iki eserinde de sanatının hem konusu hem de aracı olarak doğa kavramını işlemektedir. Bu defa sığ bir koydaki nehrin
tabanındaki düz taşlardan yapılmış aynı ‘X’ motifini gösteren eser, bir yerden bir yere geçiş fikrini dışa vurmaktadır. Gökyüzünü ve ağaçları yansıtan nehir yüzeyi, bu fotoğrafta doğanın daimi bir akış hâlinde olduğunu gözler önüne
sermektedir. Long, bu çalışmaya Johnny Cash’ın şarkı sözlerini de dahil etmiştir:
I keep a close watch on this heart of mine I keep my eyes wide open all the time I keep the ends out for the tie that binds Because you're mine, I walk the line
(Kalbimi hep dizginliyorum Gözlerimi daima dört açıyorum Sana olan bağlılığımla ayakta duruyorum Çünkü sen benimsin Yolumdan sapmıyorum.)
I Walk The Line şarkısı, Long'un 1967 yılında yaptığı Yürüyerek Çizilen Çizgi isimli ilk yürüyüş çalışmasına göndermede bulunmaktadır. Zaman ve mekân, varoluş ve insanların hareketi arasındaki ilişkileri analiz eden bu
eser, serginin Arada başlıklı bölümü bağlamında, Herakleitos’a atfedilen ‘Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz’ sözünü hatırlatarak her şeyin sürekli bir değişim içinde olduğu düşüncesini temsil etmektedir.
Bu, sığ bir nehrin yatay çekilmiş renkli bir fotoğrafı. Nehir durgun ve suyu çok
berrak. Suyun yüzeyi ayna gibi. Su, fotoğrafın dörtte üçünü kaplıyor. Fotoğrafın
üstte kalan dörtte birlik kısmı, nehrin sık ağaçlarla örtülü karşı kıyısını gösteriyor.
Suyun dibinde, nehir yatağının taşlı bir yapıda olduğu görülüyor. Sanatçı, nehrin
içine iki uzun çizgi halinde büyük, yuvarlak ve düz taşlar yerleştirmiş. Bu çizgiler,
orta noktalarında kesişerek bir ‘X’ işareti oluşturuyor.
Görselin tepesine büyük, kırmızı harflerle eserin başlığı yazılmış, ‘Reflections in the
Little Pigeon River (Küçük Güvercin Nehri’nde Yansımalar), Büyük Smokey Dağları,
Tennessee, 1970’. Görselin sağ alt kısmında birkaç mısra var ve şöyle yazıyor:
I keep a close watch on this heart of mine
I keep my eyes wide open all the time
I keep the ends out for the tie that binds
Because you’re mine
I walk the line.
(Kalbimi hep dizginliyorum
Gözlerimi daima dört açıyorum
Sana olan bağlılığımla ayakta duruyorum
Çünkü sen benimsin
Yolumdan sapmıyorum.)
Jonny Cash
Anna Zvyagintseva (1986)
Patikalar, 2013
Bu eser, bir yaşam biçimine erişmeyi amaçlayan varoluşsal bir arayışı ve bir rotanın fiziki sürecine odaklanmaktadır. Eser, video ve çizimler olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Video, başka bir insanın bıraktığı ayak izlerinin
kılavuzluğunda bilinçsizce oluşturulmuş ama tanıdık gelen bir rotayı takip etmektedir. İzleyici, zamanın geçişini gösteren mevsim geçişleriyle yolu izlemektedir. Zvyagintseva, çizimlerinde, insanların tekrarlar, çileler ve yapılan hatalar
da dahil olmak üzere patikalarında bıraktıkları izleri sembolik olarak temsil eden yolların belli bölümlerini öne çıkarır. Parçalar hâlinde duran hareketli çizimler bir araya getirildiğinde, hem çıkmaz sokakları hem de yolculukların takip
edebileceği birden fazla yolu göstermektedir. Sergi bağlamında değerlendirildiğinde, Patikalar eseri, hepimizin karar verme, kararsız olma ve yaptığımız seçimler için sorumluluk alma konusunda sürekli şüphelerinin olduğunu
gösterdiğinden, serginin Arada başlıklı bölümünde yer almaktadır.
00:03
Kalın kardaki ayak izleri görüntünün ortasında bir patika oluşturmuş; kamera
sallanarak ve titreyerek ayak izleri boyunca ilerliyor. Sadece patikayı ve her iki
yanındaki alanı görebiliyoruz.
00:23
Kamera, yol kenarındaki iki yanı çimlerle çevrili bir patikaya kesti. Patika sert ve
sıkıştırılmış topraktan meydana gelmiş. Kamera, bu patikanın üzerinde aynı
şekilde ilerliyor.
00:30
Kamera tekrar patikaya kesti, patika şu anda daha geniş görünüyor, iki yanı hala
çimlerle kaplı. Zemini çakıllı bir yapıya sahip.
00:40
Kamera karla kaplı bir patikaya kesti, buradaki kar kalınlığı daha az, pürüzsüz ve
patikanın bulunduğu yerde biraz erimiş. Kamera, patikada aynı şekilde ilerlemeye
devam ediyor.
00:52
Ana patikanın kenarında daha küçük hayvan ayak izleri var.
01:09
Patika şu anda daha az belirgin, kar örtüsü daha gevşek.
01:17
Kamera, iki yanı çimenli olan bir çakıl patikaya kesti. Yolda ara sıra sonbahar
yaprakları ve çamur birikintileri beliriyor.
01:50
Kamera kalın kar örtüsüne kesti, patika boyunca karda ilerliyor.
02:12
Kamera iki yanı çimenli, sonbahar yapraklarıyla dolu çamurlu bir patikaya kesti.
02:35
Görüntü yeniden karlı sahneye geçti; bu sefer, kameranın karda takip ettiği paralel
izler var.
02:56
Görüntüde yapraklar ve ince dallarla kaplı, çamurlu bir patika var.
03:15
Kamera eriyen karla vıcık vıcık olmuş patikaya kesti, ayak izleri net olarak
görünüyor.
03:49
Kamera su birikintilerinin yer aldığı çamurlu patikaya geri döndü, su
birikintilerinde ağaçların yansıması var.
04:39
Kamera, şu an çamurlu ve karlı patikayı takip ediyor.
05:11
Şu an görüntüde sonbahar yapraklarıyla kaplı, kuru ve sıkı topraktan bir patika var.
05:29
Görüntüde yeniden kar var
06:02
Kamera iki yanı çimenli, topraktan kuru yola kesti.
06:28
Kamera yeniden üzerinde paralel izler bulunan karlı patikaya kesti
06:46
Şu anda sert ve topraktan bir patika görünüyor.
07:15
Şimdi de görüntüde kalın bir kar tabakası var, karın içinden bazı kurumuş bitki
sapları boy gösteriyor.
07:50
Kamera yeniden kuru toprak patikaya kesti
07:55
Şimdi ise kalın kar tabasının içinde.
08:12
Kamera toprak patikaya kesti
8:16
Yeniden karlı patikaya kesti
8:35
Kamera yeniden çamurlu patikayı takip ediyor
08:46
Görüntüde yeniden çamurlu kar var
09:04
Kamera kuru toprak patikaya kesti
09:19
Görüntüde yine kalın kar örtüsü beliriyor, üzerinde çimler baş göstermiş
09:50
Şimdi görüntüde iki yanı çimlerle kaplı çamurlu bir patika var
10:29
Kamera kalın kar tabakasına yeniden kesti
Terry Atkinson (1939)
Sınıra Musallat Olma Görevini Tamamladıktan Sonra, Paydos Yapmadan Önce Bir Arınma Duşu Alan Eski Bir Gal Hayaleti. Soldaki Paskalya Kaktüsüne ve Mumun Ne Kadar Parlak Yandığına Dikkat Edin, 1985
Sanatçı bu eseri hakkında şöyle yazmıştır: ‘Bu çizim, Armagh Yeraltı Sığınağı başlıklı 28 çizimden oluşan seride 11. sırada yer alıyor. Dolayısıyla, bu çizim neredeyse tam ortada. Seri, bu çizimde bile kaçınılmaz bir mantıkla
intiharına yönelik belirgin eğilimler sergilemeye başlamıştı. Bu eğilimden kastım, üzerinde tek bir çizgi bile olmayan tamamen boş bir düzleme doğru bir geçiş. Anglo-İrlanda tarihinin 'kara delikvari' çözümsüzlüğü için yerinde bir
benzetme olan yalın siyah bir düzlemin indirgeyici mantığı, bu aşamada (11 no'lu çizimde) bile rahatsız edecek kadar davetkâr görünüyor.’
Atkinson, sonunda 28 no'lu çizimi de bitirerek seriyi tamamlamıştır. Atkinson'un yukarıda bahsettiği üzere, eserde Anglo-İrlanda tarihinin figüratif tarihsel referansları ile sanatçının modernist imgelere yönelmesi arasındaki gerilim
işlenmektedir. Bu imge, insana musallat olan belirli bir görüşe ait olmama duygusunu muzip bir yolla ortaya koymaktadır.
Bu, siyah kağıda renkli tebeşirle dikey olarak yapılmış bir çizim. Çizim, arka
duvarında dar ve yatay bir penceresi olan karanlık bir odada bulunan bir insan
figürünü tasvir ediyor. Figür çizimin ortasında yer alıyor. Başında kukuleta takılı,
kolları ve vücudu uzun bir cübbeyle kaplı. Baş hizasının üzerinde duran elleri
yeşile boyanmış. Figürün kafasından, biri önden diğeri arkadan olmak üzere iki
adet mum çıkıyor. Mumların tam tepesinde, tavandan bir duş başlığı sarkıyor. Su,
yanan mumların ve figürün üzerine akıyor.
Figürün solunda, sarı bir saksı içinde kırmızı çiçekli bir bitki var. Sağında ise içinde
beyaz çiçekler olan mavi bir vazo yer alıyor.
Marc Camille Chaimowicz (1947)
Aralık No.2, 1979
Bu eserinde Chaimowicz, hiçbir zaman bütünüyle kavranamayacak olsa da, anlık bir bakış sunduğu kişisel fotoğraflarından faydalanmaktadır. Kamerayı kullanımı kişisel ve özeldir. Çabuk kaybolana ve gerçek olmayana hayat veren dikkatlice
oluşturulmuş görseller, kültürlü ve sentetik bir nitelik taşımaktadır. Eserin sanatçısı, yazarı ve konusu her zaman ayrı şekilde varlık göstermektedir.
Aralık eserinde, sanatçının iç dünyasını temsil eden görseller, nesnelere ve mekanlara yapılan referanslarla yan yana verilmiştir: renkli dokunuşlar, cam bölmeler içinde sıkışmış ve tamamlanmayı bekleyen esrarengiz parçalar.
Fotoğraf serisi, nostaljik unsurlarla karışık kişisel bir kültürel yolculuğa işaret etmektedir. Bu eser, ait olma ve olmama, pencere camının kendisi gibi kırılgan olma duyguları uyandırmanın yanı sıra barındırdığı sepya fotoğraflar gibi
duygusal bir yan da taşımaktadır.
İki adet çerçeve var, her bir çerçevenin içinde çok sayıda siyah beyaz sepya tonlu
fotoğraf bulunuyor. Fotoğraflar çerçevenin içinde üst üste gelecek şekilde küçük gruplar
halinde kümelendirilmiş ve farklı açılarla yerleştirilmiş. Fotoğraflar bir yere asılı değil,
çerçevenin cam yüzeyleri arasına sıkıştırılmış.
Fotoğraflarda kapalı bir mekandaki bir adama dair detaylar yer alıyor. Adamın el yazısı,
bir küllük, bir şarap kadehi... Bir başka grup fotoğrafta adam ayakta duruyor ve bir
pencereden dışarı bakıyor, diğerinde bir şömine detayı var, başka birindeyse adam
masa başında bir taburede oturuyor. Öteki fotoğraflarda bulutlar, gölge detayları ve tek
bir çiçek sapı gibi soyut öğeler bulunuyor.
Fotoğrafların hepsinin üzerinde pastel pembe, sarı, yeşil ve mavi renklerde belli belirsiz
fırça darbeleri göze çarpıyor.
Çerçeveler hem önden hem de arkadan görülebiliyor. Ters taraftan bakıldığında
fotoğrafların arka yüzleri birbirleri üzerine yerleştirilmiş biçimde görülüyor. Fotoğraflar
köşelerinden cama bantlanmış. Bant eskimiş ve sarılaşmış.
Çerçevelerden birinin sol üst kısmında yer alan bir fotoğrafın arkasına kırmızı yapışkan
bir kağıt yapıştırılmış. Kağıtta şöyle yazıyor:
BRITISH COUNCIL GÜZEL SANATLAR KOMİTESİ
KALICI KOLEKSİYON No. P386 (B)
Sanatçı MARC CHAIMOWICZ
Eser Adı ARALIK NO 2 (SAĞ PANEL)
Teknik SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLAR CAM VE PARLAK BOYA
Tarih 1979
The British Council, 10 Spring Gardens, SW1A 2BN
Diğer çerçevedeki bir fotoğraf grubunun arkasındaki yapışkanlı kağıttaysa şöyle yazıyor:
BRITISH COUNCIL GÜZEL SANATLAR KOMİTESİ
KALICI KOLEKSİYON No. P386 (A)
Sanatçı MARC CHAIMOWICZ
Eser Adı ARALIK NO 2 (SOL PANEL)
Teknik SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLAR CAM VE PARLAK BOYA
Tarih 1979
The British Council, 10 Spring Gardens, SW1A 2BN
Ceren Saner (1991)
Çağlayan Suların Yaprakları, 2015
Sanatçının fotoğrafları ağırlıklı olarak otobiyografiktir. İşlerinde genellikle konuyla olan duygusal bağını yansıtmaktadır. Sanatçıya göre işleri görülen ve hissedilen şeyleri birleştirir, dolayısıyla fiziksel dünya koşulları içerisinde
bir rüya hâlini veya ideal olarak tanımlanabilecek bir kişiyi işaret etmektedir.
Bu seride Saner, analog bir kamera kullanarak oluşturduğu bulanık renk geçişleriyle, gençliğe ve mecazi bir yolculuğa atıfta bulunmaktadır. Fotoğraflar, hayatımızda en az bir kez yaşamayı ümit edebileceğimiz tutkulu bir yolculuğa anlık
bir bakış sunmaktadır. Görseller, ait olma hissini olduğu kadar aynı zamanda çağlayan sulardaki yapraklar gibi gençlik dolu bir ayrılma, fethetme, özleme ve daha fazla deneyim arama ve belki de suda yüzme tutkusunu da işlemektedir.
Bu, üç adet renkli fotoğrafın yan yana dizilmesiyle meydana gelen yatay bir görsel.
Fotoğrafların öne çıkan özellikleri ise bulanıklık, sıcak renkler ve çift pozlama ile
çekilmiş fotoğraflardan oluşması. Soldaki fotoğraf altın ve turuncu renklerin
buluştuğu yumuşak bir kompozisyona sahip; fotoğrafın sağ alt tarafında bir kadın
var, başıyla kolları fotoğraf karesinin dışında kalmış ve çıplak vücudunun sadece
üst kısmı görünüyor.
Ortadaki fotoğrafta, perdeyi aralayıp açık bir pencerenin önünde duran bir kadının
gövdesini arkadan görüyoruz. Pencereden gelen ışık, kadının solundaki duvara
gölgeler düşürüyor. Kadının dalgalı koyu saçları var. Belinden yukarısı çıplak.
Sağdaki üçüncü fotoğraf ise çift pozlama tekniği ile çekilmiş. Film makarasının
sonu görünüyor ve fotoğraf, kayaların üzerine sırtüstü uzanmış bir kadına ait.
Kadının sadece çıplak bacakları görünüyor. Bu görselin üstüne, sarı ve altın
tonlarda yumuşak, bulanık başka bir görsel pozlanmış.
Ali Emir Tapan (1983)
Neredeyse Çiçek, 2016
Bu çalışmada Tapan, başarısız ütopyaları, bu uğurda yok olan yaşam makinelerini ve sistemlerini ve totemvari bir temsil biçimi olarak şehirsel fenomeni mercek altına almaktadır. Sürekli açma halinde olan ve asla açmayan bir çiçek söz
konusudur. Tapan, yerleştirme ve canlı sanat temelli sanat pratiğiyle
özel, kamusal ve manevi alanları yan yana koyarak incelemektedir. Sürekli değişen renk ve ışık biçimleri bu serginin Arada başlıklı bölümünü temsil etmektedir. İçinde barındırdığı mecazi ve dijital eserlerle bu video, açmaya başlamış veya
henüz açmamış bir çiçeğin hikâyesini işlerken bizlerin de sergi boyunca ilerlerken, kendimizi ve mevcut durumdaki modern koşullarımızı gözlemlerken hissettiklerimize gönderme yapıyor.
00:02
Ekranda parlak bir görüntü ve pembe, yeşil ve siyah hatlara sahip ışık parlamaları
var.
00:06
Havadan geçen kablolar dikey olarak ekranın yukarısına uzanıyor
00:30
Çizgiler hafifçe sağa sola sallanıyor, ışığın parıltısı gidip geliyor.
01:07
Göz kamaştıran ve parlak bir ışık beliriyor. Gökte, yükseklerde tek bir kuş uçuyor.
03:18
Ekran, ışık parlamasıyla bembeyaz oluyor.
Leyla Gediz ve İnci Furni (1974) (1976)
Self-Help (Kendi Kendine), 2011
Bu video İnci Furni ve Leyla Gediz'in ilk ortak çalışmasıdır. İki ressam bugün kullanılmayan Haydarpaşa İstasyonu'ndan uzun bir tren yolculuğuna çıkmaktadır. Sadece mavi bir tükenmez kalem kullanan ve kelimelere başvurmayan ikili, zaman
zaman yorgun ve endişeli ruh halleriyle şekillenen ve kadın olma üzerinde temellenen yakın arkadaşlıklarını gösteren dokuz dakikalık bir diyalog yaratmaktadırlar.
Tren penceresinden akıp geçen İstanbul, Anadolu ve kentsel dönüşüm manzaraları, üretim ve tüketim ilişkisi, metropol ve kırsal, doğaya karşı beton, hız ve yavaşlık gibi ikilikleri çağrıştırmaktadır. Ülkenin değişen panoramasını arka
planı yapan bu belgesel, zaman geçtikçe birbirlerine dönüşen ve karşılıklı olarak birbirlerini dönüştüren iki sanatçının iç sesini gözlemlememizi veya dinlememizi sağlamaktadır.
Her iki sanatçı da bu yolculuk sırasında birbirlerine eşlik ederek, birbirlerinin uygulamalarını takip ederek ve bir anlamda birbirlerinin ideal kitlesi haline gelerek pratiklerini sürdürmeyi başarmaktadır. Video kolektif bir yapı
içinde, üzerinde yaşadığımız toprakların etik, politik ve sosyal karmaşasının ağırlığına rağmen üretimlerini sürdürmeye çalışan iki sanatçının kişisel çalışmalarını sunmakta ve onları bir trenin vagonlarına benzeyen bir mekanda bir araya
getirmektedir.
00:02
Ekran karanlık
00:07
Görüntüde bir trende karşılıklı oturan iki kadın beliriyor. Arkalarındaki pencereden
bir kent manzarası akıp geçiyor. İki kadının da omuzlarına kadar gelen kahverengi
saçları var ve ikisi de mavi gömlek giymiş.
00:14
Kadınlar rahat görünüyor, birinci kadın aralarında duran küçük masaya dayanmış,
ikinci kadın ise bacak bacak üstüne atmış, kolunu vagona dayayarak oturuyor.
00:21
Kamera birinci kadına kesti, kadın küçük masada duran bir kaleme bakıyor.
00:24
Kamera ikinci kadına kesti, o da birinci kadına bakıyor
00:33
Birinci kadın kalemi eline alıyor
00:45
Kalemi parmakları arasında döndürüyor, ikinci kadın kollarını kavuşturmuş.
00:58
Birinci kadın kalemi birkaç kere havaya atıp tutuyor
01:12
Kalem şimdi ikinci kadının elinde, dışarıdaki manzara daha kırsal bir hal almış.
01:17
İkinci kadın kalemi masaya geri koydu.
01:22
Birinci kadın kalemi eline alıyor
01:29
Kapağını çıkarıp pencerenin altındaki havalandırma ızgarasının üzerini boylu
boyunca çizmeye başlıyor
01:38
Kalemle masayı tıklatıyor
01:52
Şimdi de kalemi masanın üzerinde hareket ettiriyor
İkinci kadın huzursuzlanmaya başlıyor
02:09
İkinci kadın saçını topuz yapıp dışarı bakıyor. Manzarada ardında tepeler olan bir
su kütlesi yer alıyor.
02:30
Tren bir tünele giriyor ve ikinci kadın saçını salıyor.
02:42
Tren tünelden çıkarken birinci kadın kalemi tekrar eline alıyor
02:51
Kalemi burnuyla üst dudağı arasına sıkıştırıp dengede tutmaya çalışıyor.
02:55
Kalem düşüyor ama kadın tekrar deniyor
03:07
İkinci kadın tebessüm edip, diğer kadının kalemi dengede tutma çabalarına
gülüyor
03:15
Tren başka bir tünele girerken, kalemi büzdüğü dudakları ve burnu arasında tutan
birinci kadın burnuna doğru üflüyor
03:23
Başını öne eğip kalemi yere düşürüyor. Tren tünelden çıktı
03:27
İkinci kadın kalemi yerden alıp inceliyor.
03:43
Kapağını çıkarıp pencereyi cüretkâr, manalı kalem darbeleriyle çizmeye başlıyor.
04:00
Kalem pencerede hiç iz bırakmıyor
04:05
Birinci kadın seyrediyor
04:13
İkinci kadın çizmeye devam ederken tren bir sanayi bölgesinden geçiyor
04:18
Kadın kalemi bırakıyor
04:27
Birinci kadın kalemi alıp, güm diye masaya vurarak diğer kadının dikkatini çekiyor
04:45
İkinci kadın ilgisini kaybedip bakışlarını çeviriyor
05:02
İkinci kadın, uzanıp birinci kadının kalemi masaya vurmasını engelliyor, kalemi
kendisi alıyor.
05:06
Tebessüm ederek, elini masaya dümdüz yerleştirip diğer elindeki kalemi sırayla
parmakları arasında saplar gibi hızla gezdiriyor.
05:14
Bitirdikten sonra, tebessüm ederek kalemi diğer kadına veriyor
05:25
Birinci kadın kalemi alıyor ve havaya atarak kaleme önünde yavaş bir kavis
çizdiriyor.
05:34
Birinci kadın, kalemi masaya indiriyor
05:45
İkinci kadın kalemi alıp kolunun üzerini çizmeye başlıyor ancak tereddüt edip onun
yerine kolunun kıvrımında kalemle oynuyor.
06:00
Kalemi birinci kadına uzatıyor
06:05
Birinci kadın kalemi ışığa tutup inceliyor
06:13
Kalem şu an ikinci kadında, tekrar pencerenin üzerini çiziyor.
06:28
Birinci kadın, kalemi pencere pervazının kıvrımında gezdiriyor.
06:42
Şimdi kalemi koltuk kılıfının desenlerinde gezdiriyor, birinci kadın başka yere
bakıyor
07:00
Şimdiyse ikinci kadın, kalemi kendi yüz hatlarında ve saç çizgisinde gezdiriyor.
07:10
İkinci kadın, şu anda kalemi kolunun kıvrımında sıkıştırmış, koltuğun sırt kısmında
dengeliyor
07:35
İkinci kadın kalemi eline alıp yakından inceliyor
07:43
Daha sonra parmaklarının arasında çeviriyor. Birinci kadın seyrediyor
08:08
Ekran kararıyor
08:14
Görüntüde Self – Help yazıyor
08:26
Görüntüde Leyla Gediz, Inci Furni yazıyor
08:35
Görüntüde Düzenleyen: Ayhan Hacifazlioglu yazıyor
08:40
Görüntüde Kamera: Ayhan Hacifazlioglu, Nihan Somay yazıyor
08:47
Görüntüde Telif Hakkı Leyla Gediz, Inci Furni, Istanbul 2011 yazıyor
Oleg Holosiy (1965-1993)
Köprü, 1992
Ukraynalı ressam Oleg Holosiy, ana motifi köprü olan ve melankolik bir manzarayı tasvir eden Köprü adlı eserini, 1992 yılında, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden kısa bir süre sonra yapmıştır. Yosun yeşili renk tonlarıyla boyanmış
bu resim, bir hayal ve endişenin iç içe geçtiği bir atmosfer yaratmaktadır.
Köprü motifi bu eserde yaşam ile ölüm arasındaki geçişi ifade eden, hem hayata bağlayan hem de hayattan koparan bir mecaz görevi görmektedir. Ressamın bu çalışmayı bitirdikten sadece bir yıl sonra 27 yaşındaki zamansız ölümüyle burada
düşen bir figürün tasvir edilişi arasındaki tarihi tesadüf göz ardı edilemeyecek kadar açıktır.
Bu çalışma, sergi bağlamında, insanın bir karar alırken sürekli muallakta olma ve daha iyi bir geleceğe dair umut besleme durumunu dışa vurmaktadır.
Bu, yatay şekilde çizilmiş ve nehir üzerindeki bir köprüyü tasvir eden bir resim. Köprünün tek bir
kemeri var; altından geçen nehir çarşaf gibi ve yüzeyi kemerin şeklini yansıtıyor. Bir figür,
köprüden aşağı düşerken havada asılı olarak resmedilmiş. Uzakta, kemerin ötesinde binalar ve
diğer yapılar görünüyor. Köprünün her iki tarafında da iki ağaç bulunuyor. Resim tarz olarak çok
yumuşak ve keskin hatlardan yoksun. Boyanın ince katmanlar halinde uygulandığı tablonun
dümdüz ve pürüzsüz bir dokusu var.
Kahverengi ve siyah tonlarla boyanmış köprü ve ağaçlar koyu siluetler şeklinde görünüyor.
Turuncu kenarlarla bezeli arkadaki gökyüzü ise parlak ve berrak.
Langlands and Bell, (1955) (1959)
WWW, 1999
Bu sanatçı ikilisi bu çalışmalarında insanlar ile mimariyi ve etrafımızı çevreleyen programlanmış iletişim ve değişim sistemlerini birbirine bağlayan karmaşık ilişkiler ağını mercek altına almaktadırlar. Sanatçılar, lazer teknolojisinden
yararlanarak, dünyanın havayolu rotalarının haritasını şeffaf bir kristal küpün içine oyarak çıkardıkları eterik bir çalışma yaratmışlardır. Bu eser, ilk kez Soğuk Savaş zamanında, uzay programı kapsamında geliştirilen özel bir teknik
kullanılarak Rusya'da üretilmiştir.
Eserin ismi, world-wide-web'e (dünya çapında ağ), yani bir başka deyişle internet kültürüne ve günümüzde kendimizi çevrim içi kaynakların parametreleri çerçevesinde nasıl tanımladığımıza göndermede bulunmaktadır. WWW ismi,
çalışmayı serginin dijital formatında deneyimleyen izleyicilere de seslenmektedir. Kristalin içini çevreleyen kazınmış çizgilerin, yerler ve konumlar arasında dolaşmakta ‘özgür’ ancak sınırların getirdiği kısıtlamalardan kurtulamamış
günümüz insanını anlatan bir mecazdır. Camdan dışarıyı görürüz ve dünya elimizin altındadır ama içine kazınmış kurallara hapsolmuş durumdayızdır.
İçine gravür işlenmiş küçük, cam bir küp var. Gravür, farklı noktalardan çıkan
yüzlerce çizgiden meydana gelmiş. Kazılmış çizgiler birbirlerini çaprazlama kesip
üst üste binerek cam küpün içinde bir küre şekli oluşturuyor.
Yersiz
Yersiz, kaçma dürtüsünü ele alan sanat eserlerinden oluşmaktadır. Bu bölümdeki sanatçıların ele aldığı temalar, belirgin veya belirsiz olan kısıtlamalar ve sınırlardır. Bu bölümdeki eserler, bilindik ve yeniden hayal edilen
manzaraların yanı sıra ayrılık, yerinden edilme, iç ve dış alan kavramlarına odaklanmaktadır. Bütünsel bir dille anlattıkları iç içe geçmiş hikâyeler, fiziksel ve ruhsal deneyimlerin bizi nasıl dönüştürdüğünü yansıtmaktadır. Dolayısıyla
bu bölümün yolculuğu ucu açık bir döngüde devam edebilir.
Yersiz, kaçma dürtüsünü ele alan sanat eserlerinden oluşmaktadır. Bu bölümdeki
sanatçıların ele aldığı temalar, belirgin veya belirsiz olan kısıtlamalar ve sınırlardır. Bu
bölümdeki eserler, bilindik ve yeniden hayal edilen manzaraların yanı sıra ayrılık,
yerinden edilme, iç ve dış alan kavramlarına odaklanmaktadır. Bütünsel bir dille
anlattıkları iç içe geçmiş hikâyeler, fiziksel ve ruhsal deneyimlerin bizi nasıl
dönüştürdüğünü yansıtmaktadır. Dolayısıyla bu bölümün yolculuğu ucu açık bir
döngüde devam edebilir.
Ayça Telgeren (1975)
Birinci görsel: Sanatçının Eli, 2011 İkinci Görsel: Shark (Köpekbalığı) Gitar No.3 ,2015
2015 yılında Telgeren müzisyen ve elektro gitar virtüözü Cem Köksal ile ilk kez işbirliği yapmıştır. Köksal, bu sergi için özel tasarım gitarı Shark'ın üçüncü kopyasını yapmış ve Telgeren de enstrümanı elle boyamıştır.
Bu çalışma için sanatçı, 2011‘de yaptığı kendi elinin çizimini yeniden yorumlamıştır. Telgeren, Köksal'ın elinin gitarla temas edeceği kısmı boş bırakmıştır, böylece iki sanatçı bu sanatsal alanı mecazi olarak yaratıcı bir şekilde
paylaşmıştır.
Duvarda yan yana iki sanat eseri asılı. Solda asılı olan beyaz bir çerçeve içinde, kâğıt üzerine
yapılmış kare bir çizim. Çizim, bir insan elinin siyah beyaz bir tasviri. El, çerçevenin merkezinde
duruyor ve siyah mürekkeple detaylı bir şekilde çizilmiş. Bu eli çarpıcı kılan şey ise, yüzlerden,
uzuvlardan, bacaklardan ve vücudun diğer parçalarından meydana gelmesi. Bu öğeler birbirini
sarmalayıp birbiri etrafında kıvrılarak sonunda bir el şeklini alıyor. Çizimdeki yüzlerin
şaşkınlıktan ağızları açılmış ve gözleri büyümüş. Çizimin bitişiğinde beyaz bir elektro gitar
duruyor; sanatçı, gitarın yüzeyine aynı tarzda, siyah mürekkeple çizim yapmış. Bu çizimde daha
fazla yüz yer alıyor. Gitarın gövdesi boyunca örüntülerden, çizgiler ve dokulardan oluşmuş
ağlardan meydana gelen başka organik şekiller yer alıyor. Çizimde boş kalmış bir alan var; bu
negatif alan, önceki resimdeki elle tıpatıp aynı şekle sahip.
Öykü Aras (1992)
Ruh Gezgini, 2019
Öykü Aras, kendi yolculuğunu tasvir etmek için çalışmalarında farklı araçlar kullanıyor ve varoluşsal bir söylem ortaya koyuyor. Yarattığı kavramsal çerçeve, kendine dönük ruhsal yolculuğu referanslar ve semboller aracılığıyla tasvir
etmesine olanak tanıyor. Bu nesneleri ve sesleri yerleştirmeleri ve performansları sırasında kullanıyor. Aras, modern varlıkların daha yüce bir anlam arayışına odaklanan Arada Bir Seyyah adıyla düzenlenen grup sergisi kapsamında
yer alan Ruh Gezgini çalışmasında birer saatlik üç performans gerçekleştirdi.
Bu performansta Aras, performans boyunca sürekli değişen doğal bir dekor olarak kendi yaptığı ve mekanda konumlandırdığı el yapımı cam ve seramik objeleri kullanıyor, nesnelerle vücudunun bir uzantısıymış gibi sesler çıkarıyor ve onları
kullanarak hareketler yapıyor. Bu etkileşimli performansta Aras, seyirciyle ritüel bir kolektif deneyim gerçekleştirerek, kendisiyle etkileşim kurmalarına ve bu ritüelde yer almalarına olanak sağlıyor.
00:02
Ruh Gezgini, Öykü Aras
00:07
Burası duvarlarda resimlerin ve beyaz kumaşla kaplı kaidelerin bulunduğu bir sanat galerisi. Bir kadın yerde oturmuş, bacağından aşağı turuncu bir top yuvarlıyor
00:19
Elinde ağızlık takılı ve camdan yapılmış büyük bir nesne tutuyor ve içine üflüyor
00:22
Elinde camdan küçük nesneler tutup içlerine üflerken bir grup insan seyrediyor, bazıları oturmuş, bazıları ayakta.
00:26
Kadın gülümsüyor, izleyicilerden birinin elinde tuttuğu nesnenin içine üflemesine izin veriyor.
00:29
Kadın diz çökmüş, iki avcuyla zemini tokatlarken insanlar da onu seyrediyor.
00:39
Kadın seyredenlerden birine bakıyor, o da kadına bakıyor, ikisi de birbirine gülümsüyor.
00:46
Şimdi de kadın ve küçük bir grup çember şeklinde oturarak nesnelerin içine üflüyorlar.
00:46
Kadın nesnelere üfleyerek etrafta yürüyor, diğerleri oturmuş.
01:03
Kadın ayaklarıyla turuncu topu etrafta gezdiriyor.
01:08
Kadın topu tutarak oturuyor ve sesler çıkarıyor.
01:15
Kadın, büyük cam nesneyi tokatlayıp önünde yuvarlıyor.
01:21
Şimdi de küçük cam nesneyi yuvarlıyor.
01:26
İzleyicilerden biri başka bir küçük cam nesneyi yuvarlıyor.
01:28
Kadın küçük, seramik bir nesneye üflüyor.
01:39
Kadın ayakta, büyük cam nesneye üflüyor.
Ekran kararıyor.
Richard Hamilton (1922-2011)
Francis Bacon’dan Sanatçının Portresi, 1970/71
Bu eser sanatçı Richard Hamilton ve Francis Bacon'ın Londra'daki bir restoranda öğle yemeği yedikleri sırada ortaya çıkmıştır. Hamilton, Bacon'dan yemek odasının perdelerinin önünde dururken birkaç fotoğrafını çekmesini rica etmiştir ve
sonrasında Hamilton, Bacon'ın Polaroid makineyle yaptığı flu ve odak dışı çekimleri bu eserinin merkezine koymuştur.
Hamilton, üzerlerini yağlı boyayla boyadığı (over-paint tekniği kullanarak) bir ışık baskılı fotoğraf serisi üretmiş ve Bacon’ın en sevdiğini seçmesine izin vermiştir. Bacon ise canlı menekşe rengine sahip olan ve üzerine çok fazla
oynama yapılmış olan yedinci fotoğrafı seçmiştir. Rüya gibi fantezileri ve hezeyanı andıran portre, dönüşüm anını fiziksel ve manevi boyutlarda somutlaştırmaktadır.
Bu, krem renkli arka plan üzerine dikey formatta oturtulmuş siyah bir çerçeve
içerisinde bir görsel. Görselde, menekşe rengi fon üzerine bir erkek kafası ve
omuzları yer alıyor. Adam görselin tam merkezinde durup görselin dışına,
doğrudan izleyiciye bakıyor ancak yüzü çok bulanık ve üst üste binmiş iki yüze
sahip, bu da hareket izlenimi veriyor.
Yukarıdan gelen ışık pürüzsüz alnına, burnuna ve yanaklarına düşüyor. Neredeyse
omuzlarına değen dalgalı, açık renkte saçları var. Yakasının düğmesi açık koyu
renkli bir gömlek ve koyu renkli bir ceket giyiyor. Görselin dışına bakarken başı
geriye doğru eğilmiş, ağzı kapalı ve nötr.
Gareth McConnell (1972)
Meditasyonlar No: 5, 2005
Sanatçının fotoğraf serisi çoğunlukla ‘evdeki yücelik üzerine çalışma’ olarak tanımlanmaktadır. Heykelsi bir nesne gibi konumlandırılan bu boş yatakların ve dağınık çarşafların samimi portresinde McConnell, melankoli duygusunu
vurgulamakta ve bir tür derin düşünme halini kompozisyonuna yedirmektedir.
Yatakları birer bedenmiş gibi gösteren mavi ambiyansıyla bu çalışma hastalık ve iyileşme, dinlenme ve tutku, doğum ve ölüm hakkında mesajlar vermektedir. Bu gibi durumlarda, boş bir yatağın minimalist kompozisyonu umutsuzluğun,
hayallerin ve yokluğun simgesidir.
Hayatı yansıtan ve eserin aksettirdiği bu alışılagelmiş yakınlık, etrafımızdaki alanın bu fotoğraf karesinin de ötesine geçebilen sınırsızlığını gözler önüne sermektedir.
Bu, yatay çekilmiş renkli bir fotoğraf. Fotoğraf karesinin büyük bir bölümünü
örtüsü kıvrılmış ve toplanmamış şekilde duran bir yatak kaplıyor. Altta, fotoğrafın
üçte birlik kısmında, döşeğe geçirilmiş olan beyaz çarşaf belli oluyor. Ortada,
fotoğrafın kabaca üçte birlik kısmında ise buruşturulmuş bir beyaz çarşaf var.
Fotoğrafın üst kısmında, yatağın arkasında bulunan masmavi duvar yer alıyor.
Beyaz çarşafların maviye çalan bir rengi var. Fotoğrafın öne çıkan özellikleri ise
yüksek kontrast ile parlak ve gölgeli alanlardaki yoğunluk. Bu sayede buruşuk
çarşaf ve yatak örtüsü iyice belirginleşiyor.
Rita Khachaturiani (1982)
Duvarın Ardındaki Aria, 2015
Sanatçının bilinçsiz psikolojik durumlara atıfta bulunduğu serisinden bir eserdir.
Vücut tasvirlerinin birbirlerine bulaştırılmasıyla bulanıklaşan portreler, insan deneyimine dair görsel ipuçları sunmaktadır. Sanatçının kullandığı monokrom (tek renkli) palet, hem fiziksel hem de ruhsal oluşuma bir gönderme yaparak
boşluk hissine ve hüzne vurgu yapmaktadır. Zaman dilimini anlaması zor olan bu eserde, geçmiş, şimdi ve gelecek alanlar arasında geçişler yaparak bilinmeze doğru bir yolculuk sunmaktadır.
Doku oluşturmak için yağlı boyayı katmanlar hâlinde uygulayan Khachaturiani’nin bu tercihi, sanatçının boyama tekniğine olan geleneksel yaklaşımını da yansıtmaktadır. Eserinin adı da, sahip olduğumuz kaçma ve saklanma arzusuna ya da tek
yumurta ikizimizle, tıpkımızın aynıyla veya alter egomuzla yan yana olma arzumuza bir bakış sunmaktadır.
Bu, yatay çizilmiş bir resim. Resim, omuzlarından yukarısı görünen yan yana iki
figürü tasvir ediyor. Figürler resmin çoğunu kaplıyor. Siyah bir zemin üzerine beyaz
renkte resmedilmişler. Boya, oldukça kalın katmanlar halinde uygulanmış,
dolayısıyla resim çok dokulu ve renkler birbirine karışıyor. Baş ve omuzların
etrafına soluk sarı renkle dokunuşlar yapılmış. İki figür de aynı pozisyonda; ikisi de
bir elini kaldırmış, çenelerinin altında ve vücutlarına yakın tutuyorlar, el
parmakları hafifçe kapalı. Yüzler çok az ayrıntı barındırıyor ve ikisinin de küçük
siyah gözlerinin üzerine düzensiz çizgiler çekilmiş. Yüzlerinde kullanılan beyaz
boya, geniş fırça darbeleriyle birbirine bulaştırılmış, böylece iki figür arasında bir
bağ kurulmuş. Resim, fazla detaya inmeyen ve görsel ipuçlarına dayanan bir çizim
tarzına sahip.
Tamar Giorgadze
Bana Ufku Getir, 2018
Bu eser sanatçının modern manzara temalarını işlediği resim pratiğinin tipik bir örneğidir. Ufukları geometrik olarak soyutlayan sanatçı, anavatanının işgal altındaki bölgelerindeki siyasi sorunları işlemektedir.
Giorgadze, son zamanlardaki sanat pratiğiyle, geleneksel teknikleri kullanarak dijital estetiği elle çizilmiş tablolara dönüştürmektedir.
Sınırlar ve tel çitler resmin kompozisyonunun arka planını bulanıklaştırırken, görsel olarak parçalara ayrılmış yatay çizgiler ve pastel renkler resmin barındırdığı travmatik temaları yumuşatmaktadır.
Çalışmada, belirli coğrafi konumları simgeleyen bölünmüş alanlar, çoklu perspektifleri simüle ederken aynı zamanda dijital hatalar ve yapılar ortaya çıkarmaktadır. Ufak detaylara veya az sayıda figüre sahip bu düz ve dekoratif resimlerin
açıklamaları ise taşıdıkları melankoliye ek olarak şiirsel bir anlatıyla günümüzde büyük etkiye sahip olan kültürel ve sosyopolitik meselelere atıfta bulunmaktadır.
Bu, yatay formatta bir resim. Tuval, üst üste binmiş yatay dikdörtgenler ve boya
bloklarından oluşuyor. Renkler çoğunlukla yumuşak tonlarda; koyu yeşil ve gri
tonlar, soluk sarı ve mavi tonlar yer alıyor. Canlı kırmızı ve pembe renklerle
boyanmış birkaç ufak alan var. Görselin sağ üst köşesinde, çizgi halinde ağaç veya
bitki benzeri şekillerin tekrarlayan motifleri bulunuyor, altlarında uzunluğu
boyunca çıkıntılara sahip, kıvrılan bir çizgi var. Bu öğeler, arka planı oluşturan
dikdörtgen şekillerin görünür kalmasını sağlayacak şekilde resmedilmiş.
Sasha Kurmaz (1986)
Direniş Araçları, 2013-2014
Sanatçının bu çalışması 2013-2014'te Kiev'deki Euromaidan Devrimi’nin gerçekleştiği sırada yapıldı. Diğer bir adıyla 'Onur Devrimi' olarak da bilinen ayaklanmaya, Ukrayna’nın başkentinin merkezinde kimliği belirsiz saldırganların açtığı
ateş, polis baskısı ve şiddet damgasını vurmuştu.
Kurmaz bu çalışmasında, protestocuların polisle girdikleri çatışmalarda kullandığı el yapımı nesneleri sergilemiştir. Nesneleri ait oldukları ortamlardan çekip alan sanatçı, sanki bu araçlar antropolojik bir araştırma için
fotoğraflanıyormuşçasına nötr bir arka plan kullanmıştır.
Bağlamlarından koparılan bu nesneler, şiddet, saldırganlık ve yerinden edilmenin şekillendirdiği olağan gerçekliği ve umutsuzluğu belgelemektedir. Nesnelerin bazıları, güç veya dini acı sembollerini çağrıştıran kutsal bir şekle bürünmüş
gibi görünüyor. Serginin Yersiz başlıklı bölümü açısından değerlendirildiğinde, bu seri fiziksel ve ruhsal bir direnişe yol açan devlet saldırganlığına dikkat çekiyor.
Sergilenen üç nesne var. İlk nesne, iki halka şeklinde düğümlenmiş bir dikenli tel
parçası. Uçta duruyor. Tel gümüşten yapılmış.
İkinci obje beş tane taştan oluşuyor. Taşlardan üçü birbirinin üzerine konularak
küçük bir kule şekli verilmiş. Diğer iki taş kulenin yanında duruyor. Taş parçaları
köşeli ve belirgin, keskin kenarları var. Taşlar kırılmış birer parça gibi görünüyor;
kırık kenarlar pürüzlü ve pütürlü. Taşlardan bazılarının yüzleri pürüzsüz. Alacalı
renklere sahip taşlar, biraz aşı boyası da dahil olmak üzere mavi ve gri renk
arasında geçiş yapıyor.
Üçüncü ise yıldız şeklinde metal bir nesne. Üç adet paslı metal çubuktan yapılmış.
Çubuklar, boyuna nervürlü ve uçları sivriltilmiş. Çubuklara ortalarından birbirine
kaynak yapılarak k yıldız şekli verilmiş.
Jimmie Durham (1940)
Evimiz, 2007
Sanatçının bu eseri, bir yerleşim bölgesinde evlerin el çizimleriyle, 'komşular', ‘yüksek çit’ ve ‘evimiz’ olarak bölgelere ayrılarak tasvir edildiği bakır levha üzerine bir gravürdür.
Yatay bir çizgiyi kesen sınır çizgisiyle ayrılan 'mahalle' bölümünde yer alan kaotik izlerle kontrast yaratan bu basit geometrik yapıda çocuksu dokunuşlarla bir aidiyet duygusu tasvir edilmiştir. Bu, hem Amerikan Yerlisi hakları
savunucusu hem de şair sıfatlarına sahip eser sahibinin bakış açısından anlatılan bir aidiyet ve insan hakları duygusuna atıfta bulunmaktadır.
Neredeyse dürtüsel grafik formlarla yansıtılan ve ciddi sosyopolitik meseleler çerçevesinde gerçekleşen bu yıkıcı oyun, hareket ve bir gerginlik duygusunu tasvir ederken aynı zamanda bir kentsel yaşam alanı içindeki sosyal kısıtlamalara,
tecride, ayrımcılığa ve yalnızlığa atıfta bulunmaktadır.
Bu, kâğıt üzerine yatay biçimde yapılmış siyah beyaz bir çizim. Çizim, tarz
bakımından oldukça sade. Solda, birbirine yakın ve yoğun bir şekilde çalışılmış bina
ya da ev kümelerini niteleyen birçok çizgi bulunuyor. Sanatçı bunların altına
‘Komşular’ yazmış. Bu kümenin hemen sağında tek bir dikey çizgi var; çizginin
üzerinde ‘yüksek çit’ yazıyor. Yüksek çitin sağında, eğimli çatılı tek bir evin sade
bir tasviri yer alıyor. Sanatçı bunun altına ‘evimiz’ yazmış. Çizimde çok az sayıda
çizgi bulunuyor ve evin şeklinde öne çıkan tek detay iki küçük kare pencere.
Maia Naveriani (1966)
Tavşanlar ve Adam, 2008
Bu eser sanatçının kağıt üzerine yaptığı çalışmalarından biridir. Renkli kurşun kalem kullanan sanatçı, resim ve çizim, figüratif ve soyut, gerçeklik ve fantezi arasındaki sınırları neredeyse görünmez hâle getirmektedir. Naveriani,
mizahı kullanarak feminist ve kavramsal soruları irdeleyen gizli dillerin ve sembollerin rolünü araştırmaktadır.
Sanatçı bu çalışmasında, arka planda geometrik hatlarla belirgin hala gelen bir alanla birlikte ön planda bir yer ve harita tasvir etmektedir. Naveriani, kompozisyonun içine bir de Playboy Tavşanı gibi figürler ve manken benzeri
bir erkek portresi yerleştirmiştir.
Sanatçı ise şu yorumda bulunmuştur: “Çizim diline yönelik bu salt sezgisel ve irrasyonel yaklaşım sayesinde hiçbir geçmişi ya da geleceği olmayan, nihai ve aynı zamanda bilinmez bir alana gidebiliyorum; sadece somut olmayan bir şimdiki
zaman içinde irdelenebilecek sayısız olanak.”
Bu, kâğıt üzerinde renkli kurşun kalem, boya ve fotoğraf kolajı kullanarak yapılmış,
portre biçiminde, renkli ve içinde birçok farklı unsuru barındıran gerçeküstü bir
görsel. Sanatçı, mekan algısı yaratmak için perspektif kullanarak görselin altından
başlayıp yarısına kadar uzanan bir zemin oluşturmuş. Mekanın sağında, solunda ve
arkasında duvarlar yer alıyor. Duvarlar sarı, dikey çizgilerle resmedilmiş. Eserin alt
kenarında sıralanmış beş kadının silueti duruyor; tavşan kulakları takmışlar ve
kırmızı çiçekli hindistancevizleri taşıyorlar. En solda siluet olarak tasvir edilmemiş
bir kadın var. Kadının saçları kısa, bir elini beline koymuş ayakta duruyor, üzerinde
yakası ve kemeri pembe olan bir kaban var.
Sıralanmış olan kadınların arkasında, ‘v’ biçiminde ve havada asılıymış gibi duran
bir harita bulunuyor. Haritada kara parçaları yeşil, onları çevreleyen denizler ise
mavi renkte. Haritanın üzerinde kırmızı köşeli bölümler ve haritayı çapraz kesip
aşarak görselin diğer kısımlarına taşan çok sayıda kavisli noktalı kırmızı çizgi yer
alıyor. Bunun arkasında, mekanın arka duvarında erkek bir oyuncak bebeğin
kafası duruyor. Kafa, nötr bir ifadeyle yukarı doğru bakıyor ve oval mavi bir şekille
çevrelenmiş. Mavi şeklin içerisinde turuncu ve mor renkle taranmış alanlar var;
oval mavi şekil ise pembe ve dalgalı bir hat ile çerçevelenmiş. Görselin sol ve sağ
üst kısımlarında sarı arka plan üzerine siyah konturlu iki adet kare bulunuyor. Bu
karelerin içinde, kadın kafalarına benzeyen ve oldukça kaba taslak bir şekilde
kurşunkalemle çizilmiş eskizler yer alıyor; yüzleri sadece gölgeli alanlardan
oluşuyor.
Cornelia Parker (1956)
Buckingham Sarayı'na Göktaşı Düştü, 1998
Sanatçının bu eseri, Londra'nın önemli yerlerine bir göktaşının düşmesi fikri üzerine temellenen bir kıyamet senaryosunu tasvir eden sanat eserleri serisinden bir tanesidir. Bu paradoksal fikri fiziksel olarak somutlaştıran Parker,
Namibya'ya düşen ve 1836'da keşfedilen Gibeon Göktaşı’ndan alınan gerçek demiri ısıtıp harita üzerinde sanki dünya dışı bir nesneye aitmiş hissi yaratan bir yanık izi bırakarak hem kozmik hem de coğrafi yörüngelerin izlediği yolları
sanatseverlere sunuyor.
Çalışmadaki mizah, 'bir göktaşını geldiği yere geri göndermek', kavramsal ve tarihi bir referans taşıyor. Sanatçı ise eseriyle ilgili şu yorumu yapıyor: “Dünya dışı bir nesne olan göktaşı, bilinmeyene ve geleceğe duyulan korkuyu temsil
ediyor. Bu bağlamda değerlendirildiğinde eser, milenyumun sonu için yapılmış bir kıyamet eseri niteliği taşıyor.”
Göktaşının yerinden edilmesi metaforu, sembolik nesneleri ve güç yapılarını değiştirerek eserin kavramsal çerçevesini oluşturuyor.
Bu, Londra sokak ve caddelerinin çerçevelenmiş bir haritası. Haritada Thames
Nehri’nin mavi kıvrımı görselin alt kısmının ortasından başlayıp sağ üst köşeye
doğru uzanıyor. Geniş yollar pembe, yeşil ve sarı renkle, daha küçük caddeler ise
beyaz renkle çizilmiş. Harita cadde adları, park adları, binalar ve istasyonlarla dolu.
Haritanın sol tarafında, dikey eksende ortaya yakın bir bölümde, Buckingham
Sarayı’nın olması gereken yerde koyu renkli ve yanık bir alan bulunuyor.
Uli Golub (1990)
Babushka Uzayda, 2017
Bu film, Illya Kabakov’un uzayın hayali ve bilinmeyen alanlarına uçan bir adamın yeni bir umut arayışını işlediği ünlü eseri Dairesinden Uzaya Uçan Adam’a (1985) atıfta bulunuyor. Golub'un çalışması, aksine, bizi ironi, hüzün ve
ince kışkırtmalarla dolu bir yolculuğa davet ederek yalnızlığı, bir kaçış aramayı ve yerinden edilme deneyimini düşünmeye itiyor.
Filmin anlatısı, Nikolay Fedorov, Konstantin Tsiolkovsky ve Aleksandr Bogdanov'un yanı sıra Boris Groys ve Arseniy Zhilyayev dahil olmak üzere evrenden ilham alan dini düşünürler ve filozoflardan besleniyor.
Felsefi fikirlerinin savunuculuğunu yapan 83 yaşındaki büyükannesi Nadya, Golub’un hikâye anlatımında yeni bir yön oluşturmuş. Eserinde, büyükannesi bir uzay istasyonunda yaşıyor, hayatı hakkında düşünüyor, yaşamındaki engellerden ve
umutlarından bahsediyor ve insanlığın geleceği hakkında fikir yürütüyor.
Eser, gerçeklik, gerçekliğin algısı ve bu gerçeklik hakkındaki hayalimiz arasındaki çatışmayı ortaya koyuyor. Nadya'nın yaşadığı uzay istasyonu ise içinde engelli veya yerinden edilmiş insanların, kendi gerçekliklerini yalnız başına
aşmaya çalıştıkları bir metafora dönüşüyor.
00:02
Kamera, ağır çekimde bir odanın etrafında dolaşıyor. Kamera bir evin içinde.
00:13
Kamera, açık bir kapıdan geçip bir koridor boyunca ilerliyor
00:23
Görüntüde kitaplarla dolu cam bir kitaplık ve bir adamla kadının siyah beyaz bir fotoğrafı var.
00:27
Görüntüde şimdi mutfak, lavabo, ocak ve bardak ve tabaklarla kaplı bir tezgâh var.
00:32
Görüntü, bilgisayarla üretilmiş, gezegenler ve yıldızlardan oluşan bir uzay sahnesine geçiş yapıyor. Kadrajın sağına doğru büyük bir uzay istasyonu geçiyor.
00:48
Benden üç jenerasyon sonraki sevgili torunlarım, bu mesajı tam olarak hangi yılda alacağınızı bilmiyorum. Propozitorik girdap yansıtıcı sayesinde uzay ve zamanda dalgalarla mesaj iletmeyi başardık.
01:09
Ancak sonuçlar hala kısmen kontrolümüzün dışında ve tahmin edilemiyor. Şu anda bin yıllık bir hata payı var. Cihazımızı geliştirmek için büyük emekler veriyoruz.
01:21
Kamera uzay gemisinin içinde hareket ediyor, içeride büyüyen ağaçlar bulunuyor. Halı ve mobilyalarla döşenmiş bir oda var. Gecelik giymiş bir kadın, sandalyede oturuyor ve uzaya bakıyor.
01:29
Bugün güzel bir gün. Bu sabah Z-121 gezegeninin uydusunun göktaşı halkalarını düşünüyordum. Aydınlatıcıda oturup, etraftaki yıldızlara ve gezegenlere bakarak saatler geçirmek hoşuma gidiyor. Kahvaltıda sık sık Dünya'nın slaytlarını açıp
müzik dinliyorum.
01:48
Hem fotogerçekçi hem de bilgisayarla üretilen görüntüler bir arada kullanılarak bir odanın görüntüsü üç boyutlu olarak oluşturulmuş, kamera hareket ettikçe görüntü bozuluyor.
02:00
Besteci Glinka benim favorim. Gençken ve Dünya'da yaşarken melodileri radyoda sık sık çalardı. Kalan zamanımı laboratuvarlarımda ve bahçemde, bitkilerin bakımıyla ilgilenerek geçiriyorum. Yemek pişirmeyi de çok seviyorum, özellikle misafir
gelecekse.
02:21
Görüntüde tekrar uzay istasyonunun bilgisayarla üretilmiş dünyası var. Üzeri yiyeceklerle dolu bir masa var; balık, meyve ve sebzeler, kekler ve salata.
02:30
Neyse ki yiyecekleri dünyadaki gibi sentezlemeyi öğrendik ve artık tüp şeklindeki kaplardan yememize gerek kalmadı. Dün istasyona yeni bir diriltme uzmanı ekibi geldi.
02:44
Ekipteki astronotlara şöyle bol kıvamlı bir borş çorbası, soğan, kızarmış patates ve elma reçelli pancake ikram ettim. Ardından gerçek bir semaverden çay içtik. İyi insanlardı, çok neşelilerdi. Gece geç saatlere kadar bayağı sohbet ettik.
03:08
Bir delikanlı bizim için balalayka çaldı. Bugün Z-123 gezegenine doğru yola çıktılar
03:15
Kamera kadının omzunun üzerinden bakıyor, dışarıda, uzayda küçük bir uzay gemisi uzay istasyonundan ayrılıyor.
03:20
Görüntü ev videosuna yeniden geçiş yapıyor. Bir kadın, sırtı kameraya dönük şekilde sandalyede oturuyor.
03:47
Kamera, kadın ocaktaki tencereden kâseye çorba doldururken omzunun üzerinden çekim yapıyor.
04:08
Bir kibrit çakıp gazlı ocağı yakıyor.
04:16
Şimdi kadın lavaboda bardakları yıkıyor.
04:30
Şimdi de küçük bir plastik poşeti yıkayıp kuruması için asıyor.
04:48
Görüntü yeniden bilgisayarla üretilmiş uzay istasyonuna geçti, kadın bir koridorda yürüyor.
04:55
Uzay istasyonunda uzun süreler yalnız olmak zorunda kalıyorum. Herkes çoğunlukla gezegende çalışıyor. Yaşım gereği kendimi aşırı zorlamamam gerekiyor. Dolayısıyla hep burada kalıyorum, yörüngede.
05:10
Kadın yavaşça ve güçlükle yürüyor.
05:15
Ben bir çeşit uzay istasyonu bekçisiyim. Biri uğradığında çok mutlu oluyorum. Konuklarımdan misafirperverliğimi asla esirgemiyorum. Bazen dostluk özlemi çekiyorum. Dünya dışı kümelerin takımadalarını oluşturan her gezegenin yörüngesinde
buna benzer istasyonlar inşa edildi.
05:35
Uzay istasyonunun etrafındaki alanın dışarıdan çekimi
05:39
Yakın çevrede bulunan ve en az bir tane yaşanabilir gezegene sahip birkaç güneş sistemi var. Yakın zamanda bilim insanlarımız yapay bir güneş yarattı ve etrafında yaşanabilir gezegenleri olan bir güneş sistemi daha oluşturdu.
Takımadalarımız bu şekilde sürekli büyüyor.
06:04
Kadın mutfak lavabosunun önünde duruyor fakat bulaşık yerine kadının önünde havada asılı bir güneş sistemi modeli var.
06:18
Kamera modele yakınlaşıp güneşin yörüngesinde dönüyor.
06:23
Yörüngesinde yaşadığım Z-121 gezegeninde, 21. yüzyıl Dünya yaşamını yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. Dünkü gemi, o dönemdeki dünyalıların yeniden diriltilmesi için kalan son DNA örnekleri ile bilgisayara yüklenmiş zihin ve kişilik veri
tabanını getirdi.
06:45
Görüntüde, tanklarda geçici olarak yaşam fonksiyonları durdurulmuş insan vücutları ve beyinlerin bulunduğu geniş bir oda var.
06:50
Şimdilik diriltme için gerekli koşulları sağlamak amacıyla ön çalışmalar gezegende gerçekleşiyor. Diriltilen insanların psikolojik şok yaşamaması için o zamanın tüm yaşam koşullarını yeniden oluşturmaya çalışacağız.
07:18
Dirildikten sonra, günlük hayatlarını her zamanki şekilde idame ettirdiklerini sanacaklar. Daha sonraki plan, onları zihinsel olarak yavaş yavaş hazırlayıp gerçeği söylemek. Komşu sistemde ise başka bir müthiş görev gerçekleşiyor.
07:40
Görüntüde kadın, tankların olduğu odada oturmuş bir ineği sağıyor
07:43
Bilim insanları, birkaç komşu gezegende dünyadaki insan müdahalesi öncesi biyolojik yaşamı yeniden oluşturmayı planlıyorlar. Belki bunların hepsi bir söylentidir ama bir gezegende bilim insanlarının dinozorları diriltmeyi planladıklarını
bile duydum.
08:10
Bir diğer gezegende de dünyadaki yaşamın oluşumunu ve gelişimini tetiklemeyi planlıyorlar. Ekosistemde yapılacak olan asgari orandaki antropolojik müdahaleyle birlikte bir koruma alanı sistemi olacak.
08:20
Kadın içinde çok sayıda doldurulmuş hayvan bulunan, üç boyutlu oluşturulmuş bir müze odasında yürüyor.
08:22
Yerel bilim insanlarına göre, gezegenlerden birinde hayvanları diriltme işlemi oldukça başarılı bir şekilde gerçekleşmiş. İlk insanın uzaya çıkmasından bu yana 100.000 yıldan fazla bir süre geçti. Zamanın ve uzayın kontrolünü elimize alalı
binlerce yıl oldu.
08:54
Modern gezegen bilimin asıl görevi yaşanabilir gezegenleri aramak. Uzayda daha fazla kolonileşmek için gerekirse güneş gibi yapay yıldızlar ve gezegenler oluşturabiliyoruz.
09:17
Kamera eve geri döndü, videoda kadının omzunun üzerinden çekiyor. Kadın ellerinden destek alarak odasında hareket ediyor.
09:37
Hareket ederken destek almak için kitaplığa tutunuyor.
10:15
Kamera kadının arkasından yakın çekim yapıyor, kolunu ve elini gösteriyor.
10:25
Elini kapı çerçevesine dayamış, arkada duvardaki kancaya asılmış gömlekler var
10:38
Görüntü yeniden uzay istasyonuna geçiyor, doldurulmuş hayvanların ve duvarda resimlerin asılı olduğu müze odasına.
10:40
Yaşanamayan gezegenlerde üretim ve araştırma merkezleri kurduk. Temel değerlerimiz, tüm canlıların arasındaki eşitlik ile düzenli olarak yeniden dirilttiğimiz ölülerle yaşayanlar arasındaki eşitliktir. Fiziksel acının yokluğuna da önem
veriyoruz.
11:11
Bu aşamada Samanyolu'nu tamamen kolonileştirdik. Kendi galaksimizin sınırları dahilindeki tüm yaşanabilir gezegenlere indik.
11:19
Müze odasında şimdi mekanın içerisinde dönüp duran ve bulanık görüntülerden oluşan hareketli bir şerit var.
11:24
Modern insanlığın temel amacı, organik yaşamın ve insan uygarlığının gelişmesinin kritik aşamaları şu andaki evrenimizin uzayında eşzamanlı olarak bir arada var olabilsin diye tarihin dokusunu ortaya çıkarmak.
11:34
Kadın şimdi çıplak ve kollarını ileriye uzatmış, etrafında hareket eden şeritlerin arasında havada süzülerek dönüyor.
11:45
Şu anda 21., 20., 19., 18., 17., 16. ve 15. yüzyıllardaki yeryüzü yaşamını, sırasıyla Z-121, Z-120, Z-119, Z-118, Z-113, Z-116 ve Z-115 gezegenlerinde yeniden oluşturmaya hazırız. Bu gezegenler Samanyolu içindeki üç komşu sistemde
bulunuyor.
12:23
Eş zamanlı olarak vahşi yaşamı koruma programını da uyguluyoruz. Bu sayede sadece insanlık tarihinin dokusunu uzamsal olarak ortaya çıkarmaya değil, aynı zamanda organik yaşamın ve evrimin genel tarihini de gözler önüne sermeye çalışıyoruz.
12:44
Yeniden yapılanma modelini tasarlayıp, Dünya’daki biyolojik yaşamın ve insan uygarlığının tüm aşamalarının restorasyonunu etraflıca planladık. Bu plan, Samanyolu ve komşu Galaksilerde kademeli olarak gerçekleştirilecek.
13:02
Yabancı bir uygarlık ya da başka bir yaşam formu ile karşılaşmamız durumunda, onları Galaksilerarası Organik Yaşam ve Zeki Uygarlıklar Müzesi'nde kayıt altına almayı planlıyoruz.
13:22
Böylece Evren, gezegen sistemi ve hatta yıldız sistemi ölçeğinde, temalı ve eşzamanlı sergiler yapma rüyasına hayat verecek: Dünyanın Senozoik, Mezozoik, Paleozoik, Neoprotezoik, Paleoprotezoik çağları, gezegen sistemleri.
13:54
Bu sistemlerdeki her bir gezegen bir çağın belli bir dönemini temsil ediyor. Bu aşamada, Senozoik Çağ sistemini üzerinde yaşam olan 13 gezegende yeniden yaratmaya hazırız.
14:14
Bu sayede arşivleme çalışmaları, geçmiş dönemleri temsil eden canlı organizmalarla gerçekleşebiliyor. Gezegenleri ve gezegen sistemlerini birbirine bağlayan yüksek hızlı gezegenlerarası geçitler oluşturuyoruz. Bu da bize hızlı ulaşım
sağlıyor.
14:35
İşe, günümüze en yakın devirlerin insanlarını ve hayvanlarını dirilterek başlayacağız. Kademeli olarak Güneş Sistemi'nden uzaklaşıp yavaş yavaş önceki yüzyıllara geçerek sonunda dünyada yaşamın başladığı ana ulaşacağız.
14:53
Görüntüde bir dizi çerçevelenmiş görsel ekran üzerinde yatay olarak hareket ediyor; teknik çizimler, resimler, illüstrasyonlar.
14:56
Her uygarlık ve her devir, her organik tür ve her biyolojik örnek, Evrenimizin sınırsız uzayında sonsuz bir varlığa kavuşacak. Bu henüz keşfedilmemiş diğer potansiyel yaşam formları ve türleri için de geçerli.
15:20
Görüntüde kadın şimdi tekrar giyinik ve görüntü şeridi etrafında bir girdap gibi dönerken müze odasının ortasında duruyor.
15:28
Böylece yavaş yavaş şimdiye kadar var olmuş, var olan ve var olacak her şeyi kapsayan çağdaş dünyanın gerçekçi bir modelini yaratıyoruz. Bu, organik yaşam tarihinin sırlarını uzay çapında açığa çıkaran en eksiksiz temsil olacak.
15:45
Yaşamın tüm aşamalarını, gelişim süreçlerinden başlayıp en baştan oluşturduktan sonra, büyük olasılıkla Evrenin çok küçük bir kısmını kullanacağız. Ana plan uygulandıktan sonra farklı küratöryel, akademik ve bilimsel deneyler başlatmak için
bir fırsat doğacak.
16:11
Buradaki ana koşul, canlı organizmaların haklarına saygı göstermek. Projenin nihai amacı, zamanın sona ermesinden sonra Evreni yeniden yaratmanın bir yolunu icat etmek olacak.
16:23
Görüntüde kadın avcunun içinde bir civciv tutuyor, civciv kadının elindeki ekmek kırıntılarını yiyor.
16:28
Bir kanepede yan yana iki insan kafatası duruyor
16:31
Bu şekilde, yok olması halinde Evrenin ebedi varlığını ve restorasyonunu temin edeceğiz.
16:39
Kamera kadını evinde gösteren video görüntülerine geri dönüyor. Kadın yürürken ayakları yavaş hareket ediyor. Ayağında terlikle yürüyen kadın diz desteği takıyor.
17:05
Görüntü kararıyor, sonra yavaş yavaş kadının şömine rafının üzerindeki bir balerin süsünü hareket ettiren eliyle açılıyor.
17:18
Görüntü, kadının altıgen bir süs tutan ellerine geçiş yapıyor. Elleri titriyor.
17:25
Görüntü kadının eski fotoğraf ve mücevherlerin arasında gezinen ellerine geçiş yapıyor. Fotoğraflar daha genç bir kadına ait.
17:31
Görüntü kadının mutfak masasında oturmuş yemek yiyen haline geçiş yapıyor.
17:35
Görüntü bahçeye bakan pencereleri olan bir odaya geçiyor, yapraklı bir ağaç rüzgarla sallanıyor.
17:46
Görüntü bilgisayarla üretilen uzay sahnesine yeniden geçiş yapıyor. Mavi bir gezegen ve yanında uzayda süzülen bir astronot bulunan bir uydu var.
17:53
Şu an Dünya'ya bir göz atmayı çok isterdim. Kim bilir orada neler oluyor. Uzun zaman önce, Dünya'ya uzaydan ilk kez baktığımda "Vay be! Dünya ne kadar da güzel!", diye düşünmüştüm.
18:10
Görüntüde astronotun daha yakın bir çekimi var, uzay kıyafetini giyen kişi o kadın.
18:15
Böylesine harika bir yerde savaşların, açlığın, sömürünün, ölümün olması nasıl mümkün olabiliyor? Neden hepimiz bu kadar kötü ruhluyuz? Herkes Dünya’ya uzaydan baksaydı, muhtemelen dünyada kötülük diye bir şey kalmazdı.
18:34
İnsanlar amaçları ve çalışmaları etrafında bir araya gelirlerdi. Dünya hakkında hayal kurmayı seviyorum. Yerçekimsiz ortamda Dünya rüyasına kapılıp gidiyorum. Bir göletin yakınında gövdesi mantar tutan söğüt ağaçlarının hayalini kuruyorum.
Çiy düşmüş çimlerde çıplak ayakla koşmanın verdiği o hoş duyguyu hayal ediyorum.
18:43
Kadın şimdi çıplak ve odanın içinde, yemek dolu masalarla beraber süzülüyor.
18:48
Kamera ağaçların ve bitkilerin bulunduğu odanın içinde dolaşıyor, artık giyinik olan kadın aralarında yürüyor.
18:55
Ormanda, ateş başında söylediğimiz şarkıları hatırlamayı seviyorum. Ufukta yükselen ve ağaç tepelerini ışınlarıyla okşayan Güneş’i düşünmek hoşuma gidiyor. Martı çığlıklarının, tuzlu havanın kokusunun ve güneş ışınlarının ciltte bıraktığı o
sıcaklığın hayalini kuruyorum.
19:15
Rüzgârın ağır ve yay misali buğday başaklarını sallamasının, uçsuz bucaksız tarlaların, sonsuz gökyüzünün ve onu yavaşça arşınlayan alçak bulutların hayalini kuruyorum. Çatının altına tüneyip cıvıl cıvıl öten kırlangıçları ve cırcır
böceklerini zihnimde canlandırıyorum.
19:34
Rüzgârda uçuşan beyaz dantelli perdeleri, yasemin kokularını hayal ediyorum. Çam ormanlarını, iğnelerinin ayağıma batışını, köknar yapraklarının mis kokusunu ve yakındaki nehrin sarı su zambaklarını gözümde canlandırıyorum.
19:54
Su böcekleri nehir yüzeyinde hızla hareket ediyor. Şlap! Bir kurbağa suya atladı. Ben, uzayda yaşlanan insanların birinci neslindenim. Yaşımdan dolayı uzay istasyonundan ayrılamıyorum. En ufak bir zorlanma bile bana zarar verebiliyor.
20:21
Ölümsüzlüğün sırrı uzun zaman önce keşfedildi, onsuz hiç kimse galaksilerarası yolculuklarda hayatta kalamazdı. Ama yine de ölümsüzlük bize birçok biyomalzemeye ve çalışma saatine mal olan düzenli enjeksiyonlar gerektiriyor.
20:42
Kulağa ne kadar tuhaf gelse de bir insanı yeni bir bedende diriltmek, ölümsüzlüğünü sürdürmekten daha kolay. Tüm görev çalışanları, vasiyetnamelerinde aksi belirtilmedikçe komşu gezegenlerde diriltilir.
21:04
Bazı insanlar, ölümlerinden sonra kemiklerinin Dünya'ya gönderilmesini talep ediyor, ancak hepsi aynı cevabı alıyor: Önce sizi diriltelim, sonra istediğiniz yere seyahat edersiniz, Dünya'ya bile.
21:21
Açıkçası, serbest kalan atomların ve enerjinin hemen sonrasında başka bir yaşam formuna dönüştüğünü düşününce ölüm büyüleyici ve heyecan verici bir hal alıyor.
21:39
Ölümden sonra kişi bir eğreltiotu veya bir meşe, bir arı veya bir örümcek, bir mürekkepbalığı veya bir denizanası, bir ayı veya bir fil olabilir veya bir yıldıza, galaksiye, güneş rüzgarına veya kuyruklu yıldıza dönüşebilir. Ölmekten
korkmuyorum.
22:06
Sonrasında diriltileceğimden değil, nihayet özgür kalan parçacıkların coşkusunu hayal ettiğimden. Bazen evrene kafa yorarken, her bir atomun o inanılmaz ve hayranlık veren geçmişini düşündükçe heyecanlanıyorum.
22:16
Kadın elinde kırmızı bir çiçek tutuyor, çiçeğin etrafında parlak bir ışıltı beliriyor ve çiçek, arkasında sadece kökünü bırakarak patlayıp beyaz bir ışığa dönüşüyor.
22:30
Öldüğümde zengin bir organik yaşamın mutluluğunun, kusursuzluğunun, sonsuzluğunun, sürekliliğinin ve hayale sığmaz yerlerde sonsuz yolculukların beni beklediğine ikna olmuş bir şekilde sevinç içinde gözlerimi yumacağım bu hayata.
22:50
Kadın oturmuş, güçlü bir şekilde hareket eden bir dizi robot bacak onu taşıyor.
22:52
Görüntü, kadının mutfaktaki videosuna geçiyor. Kadın bir senaryo okuyor.
22:55
Ama yine de ölmeden önce Dünya'ya en az bir kez daha bakmak istiyorum. O yüzden bu sefer diriltilmeyi kabul edeceğim, rotamı Evime çevirip yolculuğuma hemen başlayacağım.
23:09
Kadın yüzünü kameraya dönüyor
23:12
Kadın yavaşça yürüyerek kameradan uzaklaşıyor ve mutfaktan dışarı çıkıyor. Bir kapıdan geçiyor ve karanlığın içinde kayboluyor.
23:30
Kamera kadından uzaklaşarak mutfağın etrafında dolaşıyor.
23:37
Ekran karardı
Görüntüde Babushka Uzayda, bir Uli Golub filmi yazıyor
23:40
Görüntüde Metin Yazarları Nadja Golub ve Uli Golub yazıyor
23:42
Görüntüde Nikolay Fedorov, Konstantin Tsiolkovsky, Alexander Bogdanov ve çağdaş yazarlar Boris Groys ile Arseniy Zhilyayev'in eserlerinden esinlenilmiştir yazıyor
23:45
Görüntüde Müzik Alexander Glinka - Nocturne “Separation” (Ayrılık) yazıyor